2017 ve 2018’den sonra 2019 yemek trendlerine hoşgeldiniz. Blogumda artık bir klasik halini aldı diye düşünüyorum. 🙂
Yemek trendleri adı altında aslında yavaş yavaş ilginin arttığı veya daha sık duymaya başladığımız gıdalardan bahsediyorum, mesela kombucha veya Tayland usulü dondurma gibi. 2018’de adını duymaya başladığımız kombucha ve poke gibi bazı gıda trendleri bu sene Türkiye’de isimlerini daha sık duyurmaya devam edecek. 2019 için şu ana dek dikkatimi çeken belirli bir yemek veya yiyecekten ziyade beslenme düzenleri üzerindeki değişim. 2019’da Türkiye’de de daha sık konuşulmaya başlanacak.
Tüm dünyada vegan beslenme düzeni çok daha görünür ve popüler. İngiltere’de veya Amerika’da en sıradan marketin raflarında bile bitki bazlı sütleri veya vegan et ürünlerini bulabiliyorsunuz – hem de oldukça erişilebilir fiyatlara! Bunlara ek olarak “Dünyada yükselen trend: veganlık” yazımda da bahsettiğim gibi bu durum popüler kültüre ve günlük yaşam pratiklerine de yansıyor. TimeOut Londra’nın 2017’nin en dikkat çeken olayı olarak bahsettiği vegan yemek pazarları hem 2018’de sayısını artırmaya devam etti, hem de Vegan Noel Pazarı, Vegan Brunch Festivali vs. gibi etkinlikler de ilk kez geçen sene yapılmaya başlandı.
Fakat dünya siyah ve beyaz gibi keskin ayrımları her alanda geride bırakırken, bu durumun beslenmeye de yansımaması imkansız. İnsanlar kendilerini yalnızca vegan veya vejetaryen olarak tanımlayan sıkı kalıplara girmek yerine kendilerini akışa bırakıyor. Artık yeni trend: “reducetarianism” ve “flexitarianism”.
Bu trendleri Türkçe’ye çevirecek olan kişiye Allah kolaylık versin!
Ya da hadi bir deneme yapayım: “reducetarian” için “azaltırgan”, “flexitarian” için ise “değiştirgen” isimlerini öneriyorum. Azaltırgan beslenme düzeni ile değiştirgen beslenme düzeni. Nasıl oldu ama?
Tatavayı geçip konunun özüne gelirsek; son birkaç senede insanların yedikleri ile ilgili daha fazla farkındalık taşıması ve balıklardaki plastik oranı, inek sütü tüketiminin gerekliliği gibi konuların tartışılması ile insanlar yediklerinin kendilerine ve/veya çevreye olan zararı ile ilgili daha fazla farkındalık taşımaya başladılar. Et ve süt tüketiminin dünyaya çevresel olarak zararının yanı sıra etik değerler ve hayvan hakları gibi konular da devreye girdikçe insan bir durup düşünüyor. Mesela son bir senede İngiltere’deki yabancı arkadaşlarım arasında çoğu vegan ya da vejetaryen oldu ya da beslenme düzenlerini değiştirmeye başladılar, ama kendimi de barındıran çok daha yüksek bir oranı ise beslenme düzenlerini değiştirmeye başladı. Mesela haftada bir, hatta ayda bir kırmızı et tüketimi veya peynir tüketimini azaltmak, somon gibi çiftlik balıklarını tüketmemek vs gibi. İnsanlar aydınlanıyor, araştırıyor ve kendini değiştiriyor. Bunda “What the Health” gibi Netflix belgesellerinin etkisi de yadsınamaz tabii. Durum böyle olunca yeni terimler de hemen çıkmaya başladı: azaltırgan ve değiştirgen. 🙂

Aslında reducetarian ve flexitarian arasında çok bir fark yok. Reducetarian için olan açıklamada, et, süt, balık ürünlerini azaltmak yazıyor; flexitarian için ise bitki bazlı bir beslenme düzenine geçip ara sıra et, balık, süt ürünleri tüketmek diyebiliriz. Yani reducetarianlar biraz daha sisteme dökebilir, ayda bir et vs gibi, flexitarian ise ara sıra canı çekince ”hadi bugün bir et yiyeyim” moduna girebilir. Mesela artık “Veganuary” diye bir konsept tamamen oturdu. O nedir derseniz; Ocak ayında birçok insan bir aylığına vegan beslenme düzenine geçiyor – hem Noel dönemi alınan kilolardan biraz kurtulmak, hem de çevre duyarlılığı vs. gibi nedenlerle.
2019’da daha çok duyacağımız iki gıda ise yine vegan beslenme trendlerinden yola çıkıyor: jack fruit ve yulaf sütü (oat milk)
Jack fruit, İngiltere’de çok hızlı bir şekilde menülere girmeye başlayan bir ürün. Bundan on sene önce, tipini tahmin etmekte zorlanılan bir tropik meyve kategorisindeyken bugün çok sık karşımıza çıkan bir gıda olmaya başladı. Bunun nedeni ise jack fruit, yapı ve doku olarak ete çok benziyormuş. Bu nedenle veganlar jack fruit ile yapılmış yahniler, yok hamburgerler gibi şeylere yönelmiş durumdalar ve marketlerde bile jack fruit’lu vegan ürünler görmeye başladım.

İkincisi ise yine bitki bazlı süt trendinden oat milk, yani yulaf sütü. “Badem sütü out, yulaf sütü in” diye özetleyebileceğimiz bir çılgınlık yaşanıyor. Noelden önceki hafta Londra’da yulaf sütü stoğu krizi çıktığına dair haberler vardı – öyle bir talep yaşanıyor!

Kaliforniya’dan dalga dalga dünyaya yayılan bu trendin muciti ise aslında İsveçliler. İsveçli Oatly firması, çiğ yulaf çekirdeğini sıvılaştıran enzimler kullanarak yulaf sütü üretmeyi keşfetmiş ve bir anda İsveç, İngiltere ve Amerika’da çılgınlık derecesinde tutulmaya başlanıyor. Bunun nedeni hem inek sütü gibi bir kıvama sahip olması hem de yulaf üretmek için badem sütü gibi alternatiflerde olduğu gibi tonlarca su tüketimi gerekmiyor, yani daha çevre dostu bir seçenek. Soya sütü ise hakkındaki sağlığa zararlı söylemleri ile çoktan bayrağını teslim etmiş durumda. Fındık, kaju, kenevir, macadamia, pirinç, hindistan cevizi gibi birçok başka bitki bazlı süt seçeneği var ama hiçbiri bir yulaf sütü gibi trend yakalayamadı. Bakalım yulaf sütünü yakında Türkiye’de de görecek miyiz?

Not: Son beş senede bitki bazlı süt sektörü yüzde 60 büyüme göstererek ABD’de 2017’de 2 milyar dolarlık bir pazar hacmine ulaşmış durumda!
“2019 yemek trendleri&rdquo için 1 yorum