Aslında son birkaç ayda çok sık Türkiye’ye geldim ama Noel dönemi haricinde hiç İstanbul’da uzun uzun vakit geçirme fırsatı bulamadım. İlk kez bu sefer uzun süredir listemde birikmiş yerlerden bazılarını gidip görebildim. İçimdeki #instakeşif ruhu mutlu!
İstanbul “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” cümlesini sonuna kadar yaşayan bir şehir. Bir mahalle veya mekan bir süre popüler olup sonra bayrağı başka bir yere kaptırması an meselesi. Henüz yolunuzun düşmemiş olduğu bir sokak önümüzdeki ay en popüler yere dönüşebilir. İstanbul’dayken yoğun bir Instagram Story bombardımanı yapmıştım ama onları burada toparlayayım dedim. Normalde belli bir semt veya konsept üzerinde listelemeyi sevsem de tabii İstanbul’da uzun zaman geçirmeyince her mahalle veya konu için derinine keşif moduna girmek zor. Buyrunuz; elimden geldiğince toplamaya çalıştığım, her telden çalan keşif listem. Araya henüz gidemediğim ama listemdeki yerleri de not düştüm. Ben henüz gidememiş olsam da belki siz gidip bana haber verirsiniz. 🙂
Arnavutköy-Kuruçeşme:
Arnavutköy’de uzun süre sonra kokteyl bar haricinde iki yeni mekan açıldı: Melina Kantina ve A Bit of Eggo. Ne yazık ki A Bit of Eggo’yu denemek için vaktim olmadı ama Melina Kantina’yı atlayamadım.

Son aylarda Melina Kantina’yı Instagram’da o kadar sık görüyorum ki! Kahvaltıları çok güzel diyorlar ama biz öğle yemeği için gittik. Burrito bowl benzeri dana etli Kantina Bowl’dan aldık ortaya da chipotle mayonezli mısır ve trüflü patatesden aldık. Londra’da sriracha mayonez, trüflü mayonez vs gibi aromalı mayonezler her yerin menüsüne girmeye başlıyor. Sanırım Türkiye’de de ilk kez Melina Kantina’da böyle aromalı mayonez gördüm. Menüsü gerçekten diğer yerlerden sıyrılan ve farklı bir menü ama bence burası kahvaltı için daha uygun. Bir sonraki sefer de kahvaltı için deneyeceğim bakalım. Mekan hemen Arnavutköy’ün görkemli Rum Kilisesi’nin karşısında yer aldığı için baharda dışarda oturmak keyifli olacaktır. Haftasonu to-do’larınıza eklenebilir.

Rotamızı Kuruçeşme’ye çevirdiğimizde ise sanki yurtdışından buraya ışınlanmış bir mekan var: Gabfoods. Burası kesinlikle İstanbul’un en güzel manzaralı kafesi olabilir. Vegan, vejetaryen, laktozsuz veya glutensiz beslenenler için de en bol seçeneğin olduğu yerlerden biri olabilir. Haftaiçi bir gün sağ köşedeki koltuklarına kıvrılıp Boğaz’ı izleyerek kitap okumak veya haftasonu arkadaşlarla sohbet ederek bir öğlen geçirmek için ideal. Şu an yazarken canım çekti. 🙂

Nişantaşı:
Bir ara sağlıklı tatlıları ile sürekli karşıma çıkan Healin’e sonunda gitme fırsatım oldu ama açıkçası kafamda daha sıcak ve sempatik bir yer canlandırmıştım. Lokasyon olarak süper ama bir daha gitmem herhalde.
Room and Rumours kapanmış! Onun hizasında People of Coffee diye çok cosy bir kahveci. Tasarımlarına bayıldığım FernCo Plates’in ürünleri de satılıyor. Tam karşısında Vedat Tek Evi’nin altına Alman Kitabevi’nin kafesinin şubesi açılmış.

Galata tarafları:
Instagram’da karşıma çıkan ve floral dekorasyonu ile çok hoşuma giden Tiyop’u sonunda deneyebildim. Bir zamanlar Karaköy aşırı popüler olduğunda, yavaş yavaş Karaköy’ün biraz daha Galata’ya yakın olan Lüleci Hendek Caddesi’nde mekanlar türemeye başlamıştı. Sanki buralar unutuldu gibi geliyordu ama gittiğimde Tiyop tıklım tıklımdı. Her kafede bulunabilecek standart tatlıları ve kahveleri ile bir daha rotama girmez. Anca bitkilerle olan dekorasyonu ile Instagramlık fotoğraf çekmek için gidilir. 🙂 Zaten herkes sırayla fotoğraf çektiriyordu. Bu arada buraya çok benzer bir yer Londra’da var: Jusu Brothers

Çukurcuma’dan muhteşem bir önerim var. İstanbul’da son bir senede en beğendiğim mekan oldu diyebilirim. Çukurcuma’daki Cuma, arkadasındaki apartmanın ilk katında 3. daireyi Saloncuma yapmış. Sanırım Cuma’nın mutfağından geçiş varmış ama kaldırmışlar. Burayı bilmeden bulmanız imkansız! Baya bir apartmanın kapısına gidip daire ziline basıyorsunuz onlar açıyor. 8 kişilik ve 20 kişilik iki masadan oluşan mekanda ayrıca ufak bir bar alanı da bulunuyor. İki masa da ayrı birer odada olmasa da ayrı alanlarda, bu yüzden iki taraftaki grup da baya izole takılabiliyor. Buradaki bar alanına yalnızca Perşembe akşamları dışardan gelebiliyormuşsunuz, ki zaten anca bilen gelebilir, geri kalan günlerde yalnızca rezervasyon ile çalışıyorlar.
Pazar brunchları güzel oluyormuş diye duydum, o yüzden bir dahaki gidişimde kesin onu denemek istiyorum. Bana biraz Soho House havası veren mekanda ağırlıklı olarak yalnızca mumlardan oluşan loş bir ortam var. Ayrıca İstanbul’da genel olarak abartı fiyatlara göre burası kalite-performans açısından daha uygun geldi. Geniş kapsamlı bir tadım menüsü var isterseniz ortaya karışık takılabiliyorsunuz.

Yeniköy:
Uzun zamandır Yeniköy ile ilgili bir mahalle yazısı yazmayı düşünüyordum. Yeniköy şehir merkezine biraz uzak kalsa da; tarihi dokusu, Boğaz kenarında olması ve mahalle havası ile İstanbul’da en sevdiğim semtlerden biri. Son birkaç yıldır yeni açılan güzel mekanları ile de dikkatimi çekiyor. Bunların başında son zamanlarda açılan iki yer geliyor: Azur ve Araka.

Araka, Müzedechanga’nın şeflerinden Pınar Taşdemir’in projesi ve ne yazık ki bu sefer gidemedim ama burası ile ilgili çok olumlu yorumlar var, o yüzden listemin en üstünde.
Mahallenin diğer çok konuşulan mekanı olan Azur’u ise deneyimleyebildim. Fotoğraflarından açıkçası buranın balıkçı olduğunu anlamamıştım! Modern ve şık bir bistro gibi düşünmüştüm, sonra gidince bir de gördüm ki İstanbul’un en şık balıkçısı karşımızda. Boğaz’ın hemen kenarında restore edilmiş bir köşkün altında. Özellikçe bahçe kısmını o kadar güzel tasarlamışlar ki, sanki yazlık bir yerdesiniz. Boğaz’da gerçekten böyle bir restoran yoktu. Bu yaz Azur’u çok daha sık duyacağımıza eminim. Fiyatlar biraz yüksek ama hizmet, lezzet ve konumu göz önünde bulundurunca çok da şaşırtıcı değil.

Bu arada açılalı bir seneyi geçiyor ama henüz gitmediyseniz Yeniköy’de ufak bir kokteyl bar/bistro olan Pero’yu rotanıza ekleyin derim. Boğaz’ın kenarında Pero’nun lezzetli kokteyllerinden birini yudumlamak ilkbaharda yapılacaklar listenizde olmalı.
Bağdat Caddesi:
Nişantaşı, Akmerkez, Bebek derken Grandma Cadde’ye de gelmiş! Bilmiyorum herkes hatırlar mı ama Suadiye’de, eskiden Schlotzskys’in olduğu yerde. Bol oturacak yer var ama Nişantaşı’ndaki şubesinin sempatik havasını alamadım. Oldukça kuru ve yanık San Sebastian Cheesecake’i Instagram’da paylaştıktan sonra birçok olumsuz yorum gelmesi şaşırttı. Yine de Cadde’de kahve molası için ek bir alternatif.

Caddeye gelen en yeni ve farklı kahveciyi ise ne yazık ki deneyemedim çünkü yeni yıldan sonra açıldı. İskandinav esintili Grön! Bir sonraki ziyaretim için listemin en üstünde yer alıyor! Yeri de Erenköy’de eski Beymen’in karşı sokağı olan Şerafettin Sokak’ta.

Nişantaşı’nda haftasonları uzun kuyruklar yaratan Çeşme Bazlama Kahvaltı; geçen sene Erenköy’de, uzun yıllar Ethemefendi 36 olan köşkte, açılmıştı. Hıncahınç dolu, bu tür hızlı servis mekanları yorsa da sınırsız ve bol seçenek açısından cazip. Cadde tarafında bu tür kahvaltıcı eksiği olduğu için daha uzun süre gider burası.

Son önerim ise Caddebostan’da çok küçük bir mahalle kahvecisi: Cofyrup. Burası gerçekten ufacık bir yer ama civarda oturanlar için sempatik bir alternatif olabilir.
Modern meyhane:
Yeni nesil meyhaneler İstanbul’u ele geçirmiş! Bu durum rekabeti artırıp kaliteyi yükselteceğine veya çeşitlendireceğine, tam tersine tüm bu mekanları ilk açılan yerlerin tam kotarılamamış kopyası haline getiriyor.
Benim favorim sanırım Duble Meze olarak kalacak ama Karaköy’deki yeni şubesine haftalar önceden Rezervasyon yapmamıza ragmen “kusura bakmayın kapalı eventimiz vardı bu akşam, sizi unutmuşuz” şeklinde lakayt ve terbiyesiz tutumları ile gözümde puan kaybettiler… Bunun üzerine o akşam rotamızı son dakika yer bulabildiğimiz Endam İstanbul’a çevirdik. Eskiden Zelda Zonk’un olduğu teras Endam isimli modern meyhane olmuş. Buranın manzarasına eskiden de bayılırdım ve gerçekten mekanın en büyük artısı, fakat serviste ve menüde birkaç sıkıntı var. Öncelikle fiyatlar benzer yerlere göre bir tık daha yüksek ve de açıkçası yediğimiz çoğu şey farklı olmak için yapılmış ama farklı bir lezzet vaat etmeyen mezeler. Belki zamanlar daha iyi olur bilemem.

İlginç bir keşif ise Karaköy’de Perşembe Pazarı tarafında bulunan Mahkeme Lokantası oldu. Bildiğiniz üzere Galata aslında eski bir Ceneviz Kolonisi ve biz bunu gündelik hayatımızda unutsak da Ceneviz eserleri hala Karaköy ve Galata sokaklarında bizimle beraberler – çoğu yıkık dökük kalmış, Galata’yı çevreleyen Ceneviz Surları, Ceneviz Sarayı, tabii ki Galata Kulesi vee Ceneviz Mahkemesi.
Sonuncusunun varlığını açıkçası bilmiyordum. Cenevizler zamanına uzanan bu tarihi bina güzel bir şekilde yenilenmiş ve Mahkeme Lokantası olmuş. Mahkeme Lokantası’nın en büyük özelliği ortak oturulan bir alan olmaması! Mekan yalnızca 8 kişilik, 10 kişilik vesaire gibi odalardan oluşuyor. Rezervasyonunuzu yaptırıyorsunuz, müziğinizi isterseniz mekanın müziğini açıyorsunuz ister Spotify’dan veya başka bir yerden kendi müziğinizi açıyorsunuz (her odada kontrol cihazı var), size servis yapan kendi garsonunuz oluyor – daha ne olsun! Sanki evinizin salonunda gibi, isterseniz odanın kapısını da kapayarak, eğlenebiliyorsunuz. İster arkadaşlarınızla göbek atın, ister damar şarkılarla ağlaşın – istediğinizi yapabilirsiniz. Bu tür konseptte bir yer İstanbul’da sanki yoktu. Özellikle herkesin kendi gibi insanlarla eğlenmek istediği günümüz Türkiye’sinde çok tutulacak bir fikir olmuş. Ayrıca fiyat-yemek çeşidi ve kalitesi dengesi de çok iyi.

Gece kulübü:
Genelde tam tersi olurdu ama bu sene Alaçatı’dan İstanbul gece hayatına transfer var: Bedevi. Alaçatı’da bu yaz after mekanı olarak iyi bir buzz yakalayan Bedevi açılalı henüz bir ay yeni olacak. Biraz Klein gibi ama o yazlık ruhunu da sanki yaşatıyor. Bir süredir yalnızca modern meyhane ve birkaç kokteyl bar etrafında dönen İstanbul gece hayatı için güzel bir gelişme.

Kültür-sanat:
Karman çorman bir liste oldu ama kültür sanata da çok az değinmeden listeyi tamamlamak istemedim. Instagram kullanan kimse burayı kaçırmamıştır gerçi. 🙂 Evet, Pilevneli Galeri! Mecidiyeköy’de eski Ali Sami Yen Stadı’nın yakınındaki, bugün Torun Towers kompleksi kapsamında kalan eski Likör Fabrikası önce yıkıldı fakat sonra yeniden inşa edilip galeri olarak İstanbul’a kazandırıldı. Likör Fabrikası 2000’lere kadar devam etmiş ve oldukça ilginç bir hikayesi var. Burada kısaca bahsetmek için araştırma yaparken yazılacak çok fazla şey olduğunu fark ettim. Bir ara ayrı bir blog yazısında değerlendirmeye karar verdim.

Konumuza dönecek olursak, hem Pilevneli Galeri’nin bu yeni binası nasıl olmuş görmek hem de özellikle Refik Anadol’un Boğaziçi eserinin karşısında hipnotize olup kaybolup gitmek için buraya gelmelisiniz. 27 Ocak’a kadar devam ediyor, son günleri kaçırmayın!
Diğer gidemediklerim:
- Suadiye’deki şubesinde hiçbir zaman yer bulunmayan ve yazın Alaçatı’da da çok güzel bir dükkan açan Voi, Etiler’e de taşınmış. Voi’nin kahveleri de tatlıları da çok güzel, ayrıca Etiler’deki Voi Central çok güzel bir şube olmuş.
- Nişantaşı’na açılan şık İtalyan restoranı Galvin Ristorante. İstanbul’da uzun zamandır bu tür upscale ve düzgün bir restoran açılmıyordu, yemekleri nasıl çok merak ediyorum.
- Moda’da Perşembeleri aperitivolarıyla dikkatimi çeken Say Hello Brasserie ve yine Moda’da çok güzel bir köşkün içinde açılan Rita.
- Esnaf Maslak ve yine Maslak’ta Marcus Prime Rib Society
- Bomonti’de ise Batard listemin en üzerinde duruyor! Dekorasyonu tam bir Fransız brasserie’si gibi duruyor, bakalım nasıl bir yer? Bir sonraki İstanbul tatilinde Batard, Araka ve Grön en üst sıralarda. 🙂
“İstanbul 2019 keşif rehberi&rdquo için 1 yorum