Londra’ya daha önce birkaç kez geldiniz ve İngiltere’de yeni bir yerler mi keşfetmek istiyorsunuz, ya da İngiltere’ye uzun süre geliyorsanız Londra dışında başka yerler de mi keşfetmek istersiniz ya da İngiltere’de yaşıyorsanız haftasonu gidilecek yakın yerler mi arıyorsunuz? O zaman buyrun Bristol’e.
İngiltere şehirleri bana üç aşağı beş yukarı aynı havada gelirken, Bristol güzel bir sürpriz oldu. Bol bol vintage mağazaları, plak dükkanları, cool mekanları ve üniversitesinden dolayı genç nüfusu ile kıpır kıpır, canlı ve oldukça cool bir şehir. Diğer İngiliz şehirlerinin aksine bir ruhu ve tarzı var. Zaten müzik ve sanat ile içiçe bir tarihi var, Massive Attack, Bansky gibi isimler bu şehirden çıkmış ve bu şehre yansımış.

Aslında bir gün de yeterli ama zamanınız varsa bir gece konaklayarak haftasonunuzu burada geçirebilirsiniz. Yazı oldukça detaylı oldu ve bir gün içinde hepsini yapmak olanaksız ama size birçok şeyi sunup yorumlarımı iletiyorum, kendi beğeninize göre kendi gününüzü/haftasonunuzu siz oluşturursunuz! 🙂
Buyrun şehirde dolu dolu bir gün için öneriler:
Clifton bölgesini keşif
Şehre geldiğiniz gibi sizi Bristol’ün sempatik Clifton Village bölgesine alalım. Burada sıra sıra ufak ve şeker mekanlardan birinde kahvaltı yaparak güne başlayabilirsiniz. Clifton Arcade civarı hem tatlı mekanlar hem de ufak, sevimli dükkanlar var. Kahvaltı için Bebek Kahve tadındaki Primrose Cafe’nin önündeki sandalyelerden birine kurulabilir veya East Village‘da avocado toast ile güne başlayabilirsiniz.
Eğer biraz daha posh bir havanızdaysanız o zaman sizi Londra’dan tanıyabileceğiniz Ivy Brasserie’ye alalım. Bristol’deki yerleri Clifton’da ve Bristol’ün denizcilik geçmişine uygun olarak gemilerle süslenmiş duvar resimleri ve fayansları ile oldukça marin ve şık bir havada dekore edilmiş. Burada Eggs Royale yiyerek güne başlayabilirsiniz.

Kahvaltı sonrası Clifton Village’da hızlı bir dolanma ardından sizi Queen’s Road caddesinden Clifton’ın merkezine doğru alalım. Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş sonrası Bristol Üniversitesi’nin ihtişamlı kültür binası önündeki süs havuzları sizi karşılayacak. Buradan Londra’dan tanıdık gelecek Bill’s, Wagamama gibi bazı restoranlar ve Paperchase, Scribbler gibi tatlı dükkanların önünden ilerleyerek Queen’s Road boyunca yürüyebilirsiniz. Beş dakikalık kısa bir yürüyüş sonrası karşınıza Triangle isimli ufak bir meydan ve arkada Bristol Üniversitesi’nin heybetli saat kulesi karşınıza çıkacak.

Eğer yorulduysanız veya bir şeyler içmek isterseniz sol tarafınızdaki Brown’s Brasserie’de bir şeyler içip atıştırabilirsiniz. Mimarisi ile dikkatinizi çekebilecek bu bina aslında oldukça ilginç çünkü Venedik’teki ünlü Dükler Sarayı’ndan (Palazzo Ducale) esinlenilerek yapılmış! Eskiden Şehir Müzesi ve Kütüphanesi olarak kullanılan bina bugün Brown’s isimli şık bir brasserie. Hemen yanında ise üniversitenin ücretsiz girişli müzesi yer alıyor. Ben gittiğim sırada Leonardo da Vinci’nin çizimleri ve Japon baskı sanatı ile ilgili bir sergi vardı. Müzenin yanında ise üniversitenin saat kulesi bulunuyor. Dilerseniz buranın tepesine çıkarak şehre tepeden bakabilirsiniz ama bence gerek yok. 🙂

Bu arada Bristol Üniversitesi bizdeki çoğu üniversite gibi tek bir kampüste bulunmuyor. Clifton adı verilen bölgede geniş bir alana yayılmış durumda. Biraz Boğaziçi ve Rumelihisarüstü ilişkisi gibi ama kampüs sınırları olmayan ve şehirle iç içe geçmiş versiyonu gibi. Bir sokaktaki dizi dizi evler bir fakültenin binaları olabilir. Mesela Levent’teki villaların olduğu sokaklardan birindeki villaları düşünün. Şehre aslında oldukça farklı bir hava veriyor. Clifton’ın ara sokaklarına (Elmdale Road civarı) dalarak kendiniz görebilirsiniz ve eğer bahar aylarıysa muhteşem manolya veya mimozalar ile fotoğraflar çekebilirsiniz.
Christmas Steps / Perry Road
Eğer biraz güzel mekan ve dükkan keşfi modundaysanız o zaman Bristol Üniversitesi’nin saat kulesinden ileriye doğru, Christmas Steps doğru bölgeye doğru gitmenizi öneririm. Saat kulesinden yürüyerek 10 dakika sürüyor ve bu civarda Japon antikacısından, kadın şapkacısına (Royal Ascot’ta gördüğünüz tarz) hipster çiçekçiye kadar birçok ilginç yer var. Detaylı keşfetmeye henüz fırsat olmayan bu bölgede ise benim daha dışardan görünümü ile bayıldığım “404 Not Found” diye bir kafe var. Pencere önündeki rahat koltuğu boş bulursanız buraya kurulup bir kahve molası verebilirsiniz. Bu civarda geze dolaşa farklı keşifler yapabilirsiniz.

Brandon Hill
Eğer biraz dinlenmek istiyorsanız, kırlara uzanıp keyif çatsak diyorsanız o zaman saat kulesine doğru geri dönüp Charlotte Street veya Great George Street’ten yukarı doğru çıkmaya başlayın, istikamet Brandon Hill. Eğer hava güneşliyse yakından bir yerden elinize dondurmanızı alın ve uzakta göreceğiniz Cabot Tower’a doğru yürümeye başlayın. Brandon Hill, şehrin en yüksek noktalarından biri ve bizim Maçka Parkı’nı andıran bol yokuşlu, nefis bir park. Parkın ortasında ve en tepede ise 1800’lerin sonunda yapılmış olan Cabot Kulesi (Cabot Tower) yer alıyor.

Cabot ismini şehirde çok sık görebilirsiniz, hemen bir tarih parantezi açayım. Aslen Venedikli bir denizci olan Giovanni Caboto, 1480’lerde keşif yapması için İngiliz kralı tarafından görevlendiriliyor ve Bristol’den yola çıkarak bugün Kanada olarak bildiğimiz toprakları keşfediyor! 1496-1499 yılları arasında üç kez Amerika kıtasına sefer yapan Caboto, aslında Amerigo Vespucci’den iki sene önce Amerika anakarasına ayak basıyor. Daha sonra John Cabot olarak İngilizleşen ismine Bristol’de birçok yerde rastlayabilirsiniz.
Cabot Tower ziyaretçilere açık ve giriş ücretsiz. Eğer sportif bir modunuzdaysanız buyrun helezon şeklindeki merdivenlerinden tırmanarak kulenin tepesine çıkıp şehrin manzarasını izleyebilirsiniz. Eğer benim gibi tembellik modundaysanız o zaman çayıra çimene yayılıp şehri izleyebilirsiniz. Bristol’ün rengarenk boyanmış evleri ve arkasında kalan kırsal kısım ayaklar altında.
Eğer bir günlüğüne buradaysanız çok da oyalanmadan şehri keşfetmeye devam çünkü daha görülecek yerler var!

Brandon Hill’den sola doğru kıvrılarak kendinizi Park Street’e atın. Burası Yüksek Kaldırım gibi kocaman bir yokuş ve üzerinde sıra sıra ilginç vintage storelar ve güzel kahveciler ve çaycılar var. Çay severler kesinlikle Bird & Blend Tea’ye göz atmalı. İçeride çılgın çeşitte çay var ve özellikle matcha konusunda aşmışlar, tam 15 çeşit!! Meğer zaten dünyada en çok matcha çayı çeşidi Bird and Blend’deymiş.

Park Street üzerinde güzel noktalar Pinkmans Bakery, içi tam Instagramlık dekore edilmiş şeker bir İtalyan kafesi Molto Buono, çikolatacı Mrs. Potts ve yokuşun sonuna doğru kalan pizzacı PizzaNova. Bu son bahsettiğim pizzacının yanındaki binanın üzerindeki graffitiye ise dikkat, kendisi gerçek bir Bansky eseri!

Burada minik fotoğraf molasından sonra etrafınıza bakın, College Circle’dasınız. Buradan aşağı kıvrıldıktan sonra şehrin civcivli ve canlı kısmına geliyorsunuz. Taksim Meydanı tadındaki St. Augustine’s Parade karşınızda.
Corn Street ve St. Nicholas Market
Eğer günlerden Cumartesi ise doğrudan bu meydanda Café Moka isimli kafenin yanından çıkarak Corn Street’teki bit pazarına gitmenizi tavsiye ederim. İlginç şeyler var ve baya kalabalık! En kötü birkaç fotoğraf çekersiniz. 🙂 Eğer öğle yemeği vakti geldiyse ayrıca bu cadde üzerindeki güzel restoranlardan birine de gidebilirsiniz. Pata Negra diye bir tapasçı ve Pho isimli Vietnam lokantası gözüme çarpanlar.

Corn Street’te ilerleyince sağ tarafta her gün 5’e kadar açık olan St. Nicholas Market isimli bir “kapalı çarşı” (covered market) bulunuyor. Tabii bizim kapalı çarşılardan çok uzak olarak burada çeşit çeşit müzik dükkanı ve vintage mağaza bulunuyor. Şehrin tamamı dev bir Karaköy/Moda denebilir ama daha otantik!

St. Nicholas Market’ın hemen alt kısmında Rag & Bone diye güzel bir antikacı var. Önünde oturup benim gibi Instagram pozu da çıkabilirsiniz. 🙂 Hemen ilerisinde ise Bristol Borsa Binası’nın içinde Ottowin diye tamamen ekolojik ve bağımsız tasarımcıların ürünlerini satan bir mağaza. Oldukça ilginç şeyler var ama ekolojik bir deri çizmenin £350 olması üzücü…
Watershed bölgesi
St Augustine’s Parade’ geri dönelim ve biraz ilerlediğinizde güzel bir kanal kenarına geliyorsunuz. Sağ tarafta Watershed yer alıyor. Burada dizi dizi mekanlar var. Benim favorim hemen kanala karşı olan Pitcher & Piano. Karşısındaki Za Za isimli mekan da tavandan sarkan devasa ve rengarenk balon gibi aydınlatmaları ile çok güzel gözüküyordu. İkisi de hem öğlen hem akşam yemeği için güzel alternatifler. Watershed’in hemen arkasında Bristol Akvaryumu ve We Are Curious diye interaktif bir bilim müzesi bulunuyor. Bu civarda Küba’dan Karayipler’e birçok dünya mutfağı restoranı var. Las Iguanas isimli Latin Amerika restoranını bir sonraki ziyaret için gözüme kestirdim.
Arnolfini
Watershed’in hemen karşı kıyısında ise Amsterdam veya Kopenhag havası veren bir bölge bulunuyor. Society Cafe ve yanındaki modern sanat müzesi Arnolfini nedense bana aşırı İskandinav bir hava verdi. Kanal boyunca ağaçlara asılmış dizi dizi minik ampüller ve kanal kenarından oturup bir şeyler içen insanlar ile oldukça canlı ve dolaşmak için çok keyifli bir bölge. Arnolfini’nin girişi ücretsiz. Her gün 6’ya kadar açık olan galerilere bir girip bakmanızı tavsiye ederim. Ayrıca ilginç kitaplar satan bir müze dükkanı ve herkesin yiyecek içecek ile girebildiği ve konuşmanın yasak olmadığı, aksine teşvik edilen bir yeni nesil kütüphanesi var.

Eğer müze/galeri gezmeyi seviyorsanız Arnolfini’nin tam karşısındaki devasa Mshed’e de bakabilirsiniz. Dediğim gibi, Bristol’ün hem tarihinde müzik ve sanat var hem de bu ruhu hala koruyor. Diğer İngiliz şehirlerinin aksine, bu özgün ruhu ile benim için kesinlikle öne geçti. Şehrin özellikle bu kısımlarında dolanırken sanki adını bilmediğim bir İskandinav ülkesinin bir başkentindeymiş gibi hissettim. Hiç İngiltere gibi gelmedi! Belki de tamamen içinden kanal geçmesinden dolayıdır, kim bilir.

Arnolfini’den Mshed’e geçen köprünün sağında ufak bir krepçi var burada koydukları iskemlelere çökerek kanaldaki kuğuları izleyip krep keyfi yapabilirsiniz ya da az ileride yüksek terası ile güzel bir manzarası olduğunu düşündüğüm Mud Dock Cafe’de bir bira molası verebilirsiniz.
Wapping Wharf
Mshed’in arkasında ise şehrin en dinamik bölgelerinden biri olan Wapping Wharf var. Eski kargo bölgesindeki konteynerleri restoranlara çevirmişler. Biraz Londra Shoreditch’teki Box gibi ama yeme-içme açısından çok daha güzeli. Alt katta hipsterlık alameti ne varsa mevcut – etik kıyafet dükkanı, hipster bitkici, vegan peynirci vs vs. Üst katta ise baya güzel yemek yerleri var. İspanyol tapasçı Gambas Tapas Bar’ın menüsü çok güzel duruyordu ama ne yazık ki rezervasyonsuz almıyormuş. Biz de kendimizi iki yanındaki kardeş dükkanı Cargo Cantina isimli Meksika restoranına attık. Efsane margaritaları ve guacomolesi ile terasta oturup kanala karşı keyif yapabilirsiniz. Eğer Türk yemeklerine hafiften bir özleminiz varsa buranın yanındaki Yunan restoranı The Athenian’da gyros (döner) veya souvlaki (şiş kebap) atabilirsiniz.

Konteynerların bulunduğu alanın hemen yanında birkaç tatlı ve modern gastropub da bulunuyor, oralarda da gözünüze kestirdiğiniz bi yere oturabilirsiniz. Bristol’de kesinlikle en beğendiğim yer Clifton ile beraber Wapping Wharf oldu. Tamamen gençlerle ve genç ruhlu insanlarla dolu bir yer. Yemek sonrası eve dönerken burada ücretsiz bir silent disco’ya denk geldik, isteyen bir kulaklık takıp kendi kendine dans etmeye başlıyordu. Şehrin bu dinamik “vibe”ını çok sevdim. Adamlar şehirlerini güzel kılmayı ve tutmayı biliyor!
Brunel Quay
Eğer Wapping Wharf sizi çok açmadıysa, Watershed’in arkasından ilerleyerek ulaşabileceğiniz, kanal kenarında İstinye Koyu’nun minyatürü boyutunda sempatik bir koy olan Brunel Quay’e de gidebilirsiniz. Yan yana dört tane çok tatlı mekan var. Biz bir akşamüstü Broken Dock’ta oturup cin tonik ile zeytin atıştırdık. Sarımsaklı ve biberiyeli zeytinyağında beklettikleri efsane zeytinleri var! Valla bizim Boğaz’daki birçok koyda bu kadar çok zevkli mekan yok. Bristol’de gezinirken aklıma bu geldi ve İstanbul’un potansiyelini nasıl kullanamadığımızı idrak edip durdum.

Bu arada 24 saati sanırım bitirdim ama Brunel Quay’den isterseniz bir pound’luk bir ücretle karşı kıyıya tekneyle geçip tarihi Brunel Gemisi’ni görebilir, Spike Island isimli nehrin ortasındaki bu ufak adacıkta dolanabilirsiniz. Bu arada Brunel Quay’de kıyı boyunca kuğulara yem atabilir, arkanıza Clifton’ın renkli evlerini de alarak onlarla poz verebilirsiniz.
Daha daha neler yapabiliriz?
Clifton Suspension Bridge isimli ünlü taş köprüyü ziyaret edebilirsiniz. Boğaziçi Köprüsü’ne aşırı benziyor ve bizimkinin aksine üzerinde yürüyebilirsiniz!

Bristol’un hayvanat bahçesi çok ünlüymüş ve hem Bristol Zoo hem de Noah’s Ark Natural Park diye iki adet hayvanat bahçesi bulunuyor. Belki çocuklu aileler için güzel bir plan olabilir.
Bristol’de nerede neler yemeli?
Yazıda yer geldikçe bahsettim ama tek bir yerde toplanmış olsun ve biraz daha detay istiyorsanız Bristol Yeme İçme Rehberi yazıma bekliyorum.
Bristol’de alışveriş:
Vintage kıyafetler seviyorsanız ya da plak koleksiyonunuz varsa yaşadınız. Bristol’de neredeyse her bölgesinde güzel bir vintage dükkan veya record store karşınıza çıkabilir. Ayrıca antika eşyalar sevenler için de çok ilginç dükkanlar var. Yine etik ve ekolojik giyim markaları, çay evleri vs. de gırla.
Cabot Circus isimli bölgede de ayrıca bildiğimiz Primark, Debenhams, Topshop vs. gibi bütün zincir mağazaları bulabilirsiniz. Burada yarı açık hava, çok güzel bir alışveriş merkezi var. En üst katında çok şeker bir mini golf sahası ve Nando’s, Wagamama, Bella Italia gibi güzel zincir restoranlar var.

Nasıl gidilir:
Londra’da Paddington Tren İstasyonu’ndan oldukça sık tren seferleri var, yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Ama trene alternatif olarak oldukça rahat bir başka opsiyon var: otobüs. National Express’in (ve başka birkaç otobüs şirketinin daha) Bristol’e günde birkaç otobüs seferi var ve yaklaşık 2-2.5 saat sonra (seçtiğiniz otobüse göre değişiyor) şehir merkezindesiniz. Dilerseniz Victoria Otobüs İstasyonu’ndan veya Hammersmith’ten binebilirsiniz. Ayrıca Bristol’den Heathrow ve Gatwick Havaalanları’na doğrudan otobüs var, böylece Londra’ya ek olarak Bristol’ü gezip dönüşünüzü doğrudan havaalanına yapabilirsiniz.
Ne zaman gidilir:
Yıl boyunca gidilir ama Mart’taki Caz Festivali dönemi veya bizim Kapadokya’daki gibi bir balon festivali düzenlenen Bristol Balloon Fiesta dönemi gidilebilir. Bu sene 8-11 Ağustos tarihleri arasındaymış.

“Bristol Gezi Rehberi: Bristol’de 24 Saat&rdquo için 1 yorum