Nedense Berlin hiçbir zaman ilgimi çeken bir Avrupa şehri olmamıştı. Evet, çok güzel müzeleri var, evet aşırı alternatif bir şehir kültürü var ama hep soğuk bir intiba veriyordu. Meğer Berlin kafeleri, gece hayatı ve müzeleri ile bitmez bir deryaymış. Çok cool, hatta bohem bir şehir. Sanki şehrin tamamı Karaköy’ün ilk zamanları, Moda veya Doğu Londra falan gibi. Avrupa’nın hipster başkenti denebilir sanki.
Ayrıca müthiş bir yemek kültürü var. Özellikle Asya mutfağı seviyorsanız Vietnam ve Tay mutfağı için süper yerler var. Onun dışında Avrupa’nın en iyi kahvecilerinden bazıları burada ve bir kahve kültürü var.
Berlin’i 48 saatte ancak yüzeyini aralamış gibi hissediyorum ama keşif ruhu ile görülmesi gereken ana yerleri gezip görmüş ve güzel mekanlar keşfetmiş gibi hissediyorum. Eğer Berlin gezinizde planlarınıza nereden başlamak gerektiğini bilemiyorsanız bu yazı yardımcı olur diye umuyorum!
O zaman, Berlin’de 48 saatte neler yapmalı?
Brandenburger Tor, Yahudi Soykırım Anıtı, Reichstag
Şehir turuna şehrin merkezin diyebileceğim Brandenburger Tor’dan başlamanızı öneririm. Burası Berlin’in en ikonik eserlerinden biri ve Berlin’le ilgili haberlerde falan da genelde gördüğümüz resim burası oluyor.

Brandenburger Tor’un hemen yakınında ise iki önemli görülecek yer daha bulunuyor; biri Yahudi Soykırım Anıtı ya da resmi ismiyle Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı (Memorial for the Murdered Jews of Europe), diğeri ise Reichstag yani Almanya Parlamento binası.
Yahudi Soykırım Anıtı, Instagram fotoğraflarından aşina olabileceğiniz bir yer. Kocaman bir alana yayılmış irili ufaklı beton bloklar gibi düşünebilirsiniz. Aslında şehrin merkezinde bu kadar büyük bir alanın ayrılmış olması bile bu anıtın önemi konusunda bir fikir veriyor. Belki uzaktan garip bir anıt olarak gelse de o beton blokların arasında dolanırken insana tuhaf bir klostrofobik ruh hali ve garip bir iç sıkışması geliyor. Açıkçası tarihin böylesine trajik bir katliamı için yapılmış bir anıtın arasında dolanıp komik Instagram pozları vermek bana burayı gezdikten sonra iyice acayip geldi…

Reichstag ise dışarıdan klasik bir Avrupa bürokrasi binası gibi dursa da çatı katıyla dikkat çekiyor. 1999’da restorasyon sonrası Norman Foster’ın eklediği bu görkemli çatıyı görüp gezmenizi tavsiye ederim. Instagram fotoğraflarınızı asıl burada çekin! Reichstag’a giriş ücretsiz ama önden websitesi üzerinden randevu almadan girip gezemiyorsunuz.

Brandenburger Tor’un arkasında muhteşem bir şehir parkı ve hayvanat bahçesi de yer alıyor (Tiergarten). Özellikle sonbaharda burası çok güzel oluyormuş, ki heybetli ağaçları ile sonbaharda sarı-kırmızı tonlardaki yaprakları ile buranın nasıl bir hal alabildiğini insan az buçuk kestirebiliyor – çok güzel!
Soykırım Anıtı ve Reichstag sonrası Brandenburger Tor’dan Unter den Linden caddesi boyunca ilerleyerek şehri keşfetmeye devam edebilirsiniz. Unter den Linden, Johann Strauss’un ünlü valsine de adını vermiş bir cadde ve tam olarak “ıhlamurlar altında” anlamına geliyor. Şehrin hala en önemli caddelerinden biri ve İkinci Dünya Savaşı sırasında zarar gören ıhlamurların birçoğu 1950’lerde yeniden dikilmiş. Bu cadde boyunca Gendarmenmarkt meydanına ek Devlet Opera Binası (Staatsoper), St. Hedwig Katedrali, Humboldt Üniversitesi binası gibi birçok görkemli bina ve görmeniz gereken yer alıyor. Özellikle St. Hedwig Katedrali çok ihtişamlı!
Museuminsel (Müze Adası)
Bu caddeyi tamamladığınızda turistik olarak şehrin en önemli noktalarından biri olan Museuminsel’e (Müze Adası) geliyorsunuz. Burada hem Berliner Dom yani Berlin Katedrali hem de kesinlikle ziyaret edilmesi gereken Bergama Müzesi (Pergamonmuseum) yer alıyor. Müze adası diye bahsedilen bu bölgeden en az 2-3 saat gider. Bergama Müzesi’ne ek olarak Bode Museum, Altes Museum, Neues Museum ve Alte Nationalgalerie de burada yer alıyor. Eski Mısır eserlerine ilgi duyuyorsanız Neues Museum’u kesinlikle listenize eklemelisiniz. Alte Nationalgalerie ise 18-20. Yüzyıl arası Alman resim ve heykelcilik eserlerini barındırıyor ama burayı kısıtlı zamanınız varsa binasını görmek dışında esgeçebilirsiniz diye düşünüyorum. Bode Museum’da da Rönesans eserleri yer alıyor ve diğerlerine göre daha sönük.

Bu müzelerin arasında Pergamonmuseum yani Bergama Müzesi ise hem koleksiyon olarak hem de Türkiye’den taşınmış eserler söz konusu olduğu için Türk bir turist olarak en ilgi çekici müze olabilir. Bu kadar eserin taşınmasına şaşkın halde, bunlar taşınıp iyi durumda korunmuş diye sevinmeli mi yoksa bunlar niye Bergama’da, olması gereken yerde sergilenmiyor diye üzülmeli mi emin olamadan geziniyor insan. Bir Cuma günü olmasına rağmen önündeki kuyruk beni şok etti, bu yüzden ona göre kendinizi planlayın.

Berliner Dom, hemen önünden geçen Spree nehri ve yeşil kubbeleri ile çok güzel fotoğraf kareleri sunuyor. Aynı zamanda müzelerden dom’a ilerleyen Friedrichsbrücke (Friedrick Köprüsü) kenarında nehre bakan şu tüneller de çok güzel.

Berliner Dom’un yanındaki Liebknectbrücke’den geçtiğinizde ise kendinizi şehrin en önemli meydanlarından biri olan Alexanderplatz’da bulacaksınız. Neptun çeşmesi ve şehrin birçok yerinden görülen Fernsehturm (TV kulesi) burada göreceğiniz yerler. Ama bunları geçin, asıl önemli nokta; şehrin en güzel mekanlarının bulunduğu Mitte bölgesinde dolanıyorsunuz artık!
Biraz mekan keşfedelim: Mitte
Mitte bölgesi cıvıl cıvıl bir bölge. Her yerde birbirinden güzel kafeler, kahveciler, restoranlar yer alıyor. Berlin nedense Uzakdoğu mutfağı ve özellikle Vietnam ve Tay mutfağı konusunda oldukça zengin. Mitte’de güzel yerler var mesela Qua Phe ve Madami isimli Vietnam restoranları.
Ayrıca yine burada Berlin’in en iyi kahvecileri olarak sık sık geçen Bonanza, Five Elephant ve Barn yer alıyor.
The Barn, bunların başında geliyor diyebilirim. Avrupa’nın en iyi roastery’lerinden biri seçilmiş ve aynı zamanda Berlin’deki birçok kafe de kahvelerini buradan tedarik ediyormuş! Burası tam bir arkadaşınla sokağa bakan pencere önündeki sandalyelerde oturup laflamalık veya kitabını alıp içeride sakin sakin okuma yapacağın bir yer. İçerisi mis gibi kahve kokuyor ve kahveleri kavurdukları kısım da hemen kafenin arkasında.

Benim favori kahvecim ise bu caddenin devamında bulunan Five Elephant oldu. Terrazzo mermerli tezgahı ve minimal tasarımı ile içi tam Instagramlık! Ayrıca içerisi burada da mis gibi kahve kokuyor! Evde yapmak için buradan çekirdek aldım ve üç hafta geçmesine rağmen hala mis gibi kokuyor, ara ara gidip kokluyorum resmen! 🙂 Burada da yine pencere önüne konuşlanıp gelen geçeni izleyebilirsiniz veya şanslıysanız kafenin önündeki tek masayı kapabilirsiniz. Bu cadde “people watching” için aşırı uygun.

Five Elephant’ın hemen karşısında P&T (Paper and Tea) isimli çok havalı bir çay evi ve de cool gözlükler olan Ace & Tate isimli gözlükçü bulunuyor. Bütün bu yerlerin sıralandığı Alte Schönhauser Caddesi ve etrafı tam dolanıp keşif yapmalık bir bölge.

Caddenin biraz ilerisinde ise önündeki kuyruklar ile kafanızı çevirtecek Zeit für Brot yer alıyor. Burası sanırım Berlin’deki favori mekanım oldu. İsminin kelime anlamı “ekmek zamanı”na uygun olarak içerisi mis gibi ekmek kokuyor!

İnsan önce ekmeklere odaklanmışken bir de kafanızı indiriyorsunuz, o da nesi – vitrinde yan yana çeşit çeşit cinnamon roll benzeri “schnecke” isimli çörekler. Hani İsveçlilerin tarçınlı çörekleri olur ya; onun gibi ama vişneli ve badem ezmeli, çikolatalı, beyaz çikolatalı gibi bir sürü çeşit var! Beyaz çikolatalı efsaneydi ama aklım normal çikolatalıda da kalmadı değil. 🙂

Yine buraya çok yakın Kaffeemitte de bir diğer güzel ve oldukça hareketli bir kafe. Kaffeemitte’yi de kahvaltı için deneyebilirsiniz.
Önünde uzun kuyruklar olan burritocu Dolores Mitte de öğle yemeği için güzel bir alternatif olabilir.
Dediğim gibi, bu bölgenin ve özellikle Alte Schönhauser Caddesi’nin etrafı tam keşif yapmalık bir bölge. Berlin’deki Soho House da hemen burada bulunuyor zaten.
East Side Gallery
Mekan keşfinden sıkıldığınız noktada ise kendinizi East Side Gallery’ye atıp biraz kültür, çoksa Instagram molası verin. Berlin Duvarı’nın kalan kısmı açık hava sanat müzesi gibi yapılmış ve yan yana bir üsrü ünlü duvar sanatı eserleri var. East Side Gallery’de uzun uzun durup izleyebileceğiniz bir duvar resmi yok zira önünde herkes binbir şekle girip Insta fotosu çektiriyor. Özellikle de Dmitri Vrubel’in Fraternal Kiss isimli duvar resmi, hani iki adamın öpüştüğü. Burada kalabalıktan önünden geçmek bile zor!

Çok güzel duvar resimleri var, benim favorim üzerinde “Du hast gelernt was Freiheit heisst und das vergiss nie mehr” (Özgürlüğün ne olduğunu öğrendin ve bunu asla unutmazsın) yazan duvar resmi. Bazıları gerçekten düşündüren, bazıları oldukça üzen, bazen de biraz anlamlandıramadığın geçeceğiniz bir sürü duvar resmi var. Yaklaşık bir saat çok rahat vakit geçer.

Mitte gibi canlı bir diğer bölge: Friedrichhain
East Side Gallery’de hafif kültürel gezi tick’i attıktan sonra yine mekan keşfine devam etmeye ne dersiniz – ne de olsa yorulduk. İstikamet buradan yürüyerek yaklaşık yirmi dakika uzaklıktaki Friedrichshain mahallesi. Berlin zaten hipsterville tadında bir yer ama Friedrichshain, Mitte’ye göre daha alternatif ve bohem bir yer. Özellikle olay Gabriel Marx Strasse, Simon Dach Strasse ve Krossener Strasse’de dönüyor. Burada benim başlangıç noktam Gabriel Marx Str’de bulunan Silo isimli üçüncü dalga kahveci oldu. Kahveleri gerçekten güzel! Ayrıca çok ilginç bir masa/oturma düzenleri var. Eğer tekseniz, buraya böyle kitabınızı falan alıp gelebilirsiniz. Oturması keyifli bir yer. Ayrıca kahvaltı için de yine burayı tercih edebilirsiniz.
Silo’nun hemen üst sokağı olan Krossener Str’de ise Papaya isimli Tay restoranında öğlen veya akşam yemeği için tercih edilesi. Ayrıca yanında Cupcake Berlin isimli şeker bir cupcakeci var! Yan sokak Simon Dach Str. ise benim favorim oldu çünkü buradaki mekanların neredeyse hepsi sokağa masa atmış durumda ve burada güzel havalarda güneşin tadını çıkararak oturabilirsiniz. Simon’s Coffee ve Café Dachkammer benim gözüme kestirdiklerim! Buralarda tam bir Cihangir, Moda havası var – oldukça keyifli ve tanıdık bir vibe’a sahip.

Friedrichshain’da Szimpla Berlin de bir diğer önerilen kahvecilerden biri. Benim zamanım olmadı ama sizin olursa aklınızda olsun. Ayrıca mahallenin biraz daha yukarısında Boxhagener Strasse üzerinde de baya bir mekan var, buralar tam gezip keşfetmelik!
Oberbaum Köprüsü
Friedrichshain’ın sokaklarında dolandıktan sonra Kreuzberg’de biraz daha hipster keşifler yapmaya devam edebilirsiniz. Kreuzberg aslında Berlin’in en büyük ve en meşhur Türk mahallesi ama son yıllarda oldukça cool mekanlar da açılmaya başlamış. Friedrichshain’dan Kreuzberg’e ise Spree nehri üzerindeki Oberbaumbrücke’den geçebilirsiniz. Oberbaum Köprüsü, Berlin’in en güzel köprülerinden biri ve aynı zamanda şehrin sembollerinden biri olarak görülüyor. Gerçekten de farklı bir köprü. Yayaların geçtiği kısım ise oldukça fotoğraflık. Bu köprünün Kreuzberg ayağında ayrıca şehrin en ünlü gece kulüplerinden biri olan Watergate yer alıyor.

Kreuzberg
Kreuzberg, Berlin’in ünlü Türk mahallesi. “Berlin’e geldik niye Türk mahallesine gidelim” demeden bence bir uğrayın. Evet her yerde Türk restoranları var ve sokakta konuşulan ana dilin Türkçe olduğu bir ortam, fakat sadece bunu görmek bile bana enteresan geliyor. Almanya’nın başkentinin ortasında bir Türk gettosu. Fotoğraflardan aşina olabileceğiniz “Kreuzberg Merkezi” yazısını görmek bile ilginç. 🙂
Ayrıca Kreuzberg son yıllarda Friedrichshain gibi oldukça hipster bir bölgeye dönüşmekteymiş. Kreuzberg’in ara sokaklarında dolanıp cool mekanlar keşfedebilirsiniz. Mesela ben şu renkli duvar resmine sahip California Pops isimli hipster dondurmacıya ve Good Morning Monday isimli sevimli bir kafeye denk geldim.
En kötü burada bir Berlin usulü döner atıp yolunuza devam edebilirsiniz. “Berlin usulü döner de ne ola ki?” diyorsanız apayrı bir dosya açabiliriz. Almanlar bu döneri aşırı benimsemiş durumda ve Berlin’de ortaya çıktığını söylüyorlar! Büyük olasılıkla kast ettikleri şey içine cacık, sarımsaklı yogurt sos, acılı ezme gibi sosların, yok lahana turşu vs gibi şeylerin eklendiği versiyonunun buradan çıktığı. Gerçekten de Almanya’da da diğer Avrupa ülkelerinde de dönercilerde satılan dönerin Türkiye’deki yediğimiz sadece döner dürümler ile alakası yok. Berlin’de döner aşırı popi bir fast food yiyecek olmuş ve en meşhurlarından biri ise Mustafa’s Gemüse Kebab – burada baya bir saat sıra beklendiği oluyormuş!

Checkpoint Charlie
Berlin’de görülecek yerleri ise Checkpoint Charlie’yi de görerek kapayabilirsiniz. Burası eskiden şehrin iki yakası arasında yer alan geçiş noktalarından biriymiş ve şimdi yerinde sembolik bir güvenlik noktası yer alıyor. Zamanında Amerikan askerlerinin durup kontrol yaptığı noktada şimdi Amerikan askeri gibi giyinmiş birkaç kişi duruyor, isterseniz onlarla fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Ayrıca etraftaki bir sürü hediyelik eşya dükkanından “gerçek Berlin Duvarı parçası” gibi bir anı alıp ülkenize dönebilirsiniz. Açıkçası biraz fazla turistik bir nokta ama biraz zamanınız varsa neden olmasın.

Berlin’de gece hayatı
Aslında Berlin’in kafeleri ya da müzeleri kadar gece hayatı da meşhur (hatta belki onlardan daha çok). Berlin gezim oldukça yeşilay-friendly olduğu için herhangi bir kulübe falan gidemedim. Bir sonraki Berlin gezisine!
Gece hayatı önerileri için sizi internette diğer kaynaklara uğurluyorum, zira Berghain’den öte bir bilgim yok.
Berlin’de alışveriş
Berlin’de alışveriş yapmak isteyenler için Ku’damm olarak bilinen Kurfürstendammstrasse oldukça ideal. Burada bir sürü zincir mağazaya ek olarak Almanların ünlü departman mağazası olan Kaufhof kocaman bir şubesini bulabilirsiniz. Ayrıca shop till you drop modunda iseniz burada yorulana kadar alışveriş yapıp sonra etraftaki irili ufaklı restoranlarda mola vererek yola devam edebilirsiniz.
Nerede konaklamalı
Berlin’de Wyndham Rewards bünyesinde bulunan Hyperion otelinde konakladım. Ku’damm bölgesine yürüyerek 10-15 dakika uzaklıkta olmasını sevdim. Ayrıca havaalanından da taksiyle 20-25 dakika sürdü. Eski bir yaşlılar yurdu binası otele çevrilmiş, bu nedenle odaları oldukça ferahtı. Ayrıca altında restoranların olduğu minik bir meydanı var.
Berlin hakkında ek notlar:
Metrolarda herhangi bir turnike ve kontrol yok ama bu size gereksiz bir özgüvenle kaçak binmeye yeltendirmesin, çünkü ansızın yapılan aramalarda yüzlerce euro ceza ödemek zorunda kalabilirsiniz.
Berlin Tegel Havaalanı’ndan gidip geldim ve hayatımda gördüğüm en ufak havaalanı! Sanırım bizim Bodrum-Milas Havaalanı bile daha büyük! Uçaktan çıktığınız gibi pasaport kontroldesiniz, onun hemen yanında bagaj alımı ve iki adım sonra havaalanı dışındasınız – abartmıyorum. Gelişte çok keyifli, hemen iki saniyede alandan çıkıyorsunuz ama dönerken aman dikkat, gate ve güvenlik aynı yerde. “Hadi güvenlikten geçelim sonra bi şey yeriz/duty free bakarız” falan gibi düşünceleriniz varsa aman dikkat. Zira güvenlikten geçtikten sonra ufak bir kiosk veya su-kola otomatı ile başbaşa kalabilirsiniz. Bir şeyler alacak veya yiyecekseniz pasaport-güvenlik-gate’ten oluşan üçü bir arada noktaya gitmeden halledin.
Döner (sandviç) gerçekten ilk kez Berlin’de yaşayan Kadir Nurman tarafından yaratılmış, ben de duyduğumda şaşırmıştım 😁
BeğenLiked by 1 kişi
Gerçekten mi ya çok acayip. Aslında döner sandviç deselermiş bari, “döner kebap Berlin’de icat edildi” deyince sanki dönerin kendisi orada ortaya çıkmış gibi oluyor 🙂
BeğenLiked by 2 people