Wimbledon, malum dünyanın en ünlü spor etkinliklerinden birisi. US Open, Roland Garros ve Australia Open ile beraber 4 büyük Grand Slam tenis turnuvasından biri ve diğerlerinin aksine Wimbledon’a gitmek istemek Wimbledon’a girmek için yeterli bir kıstas değil, bunu resmen “hak etmeniz” gerekiyor. Yazıda bilet bulma ve içeri girme maceralarımızı anlatacağım. 🙂
Tenis hayranı olan ablam, Londra’ya beni ziyarete gelirken illa Wimbledon’a da denk getirmek istedi. Kendisi bundan 10 yıl önce Wimbledon’a gitmişti ve atmosferinin ne kadar güzel olduğunu, maçları canlı canlı izlemenin keyfini anlatarak beni ikna etmeye çalışıyordu. Normalde ikna olmam çok zor olmaz ama Wimbledon’a gitmek, internetten veya gişeden bilet alıp gitmek kadar kolay değil. 🙂
Wimbledon’ı izlemek için dört seçeneğiniz var:
1- Wimbledon organizasyonu tarafından davetli olmak 🙂
2- Sponsor firmalardan birinde çalışmak veya çalışan tanıdık bulmak
3- Her kış açılan çekilişe katılmak
4- Sabahtan kuyruğa girip o günün biletini almak
İlk iki seçenek gayet açık ve zor iken, 3 ve 4 kulağa daha olası gelse de aslında bir o kadar da zorlar.

Wimbledon, her yıl biletlerinin büyük çoğunluğunu Ocak ayında düzenlenen bir çekilişte dağıtıyor. Bunun için her yıl çekiliş başvuruları açıldığı gibi 15 Aralık’a kadar başvuru formunu doldurup postalamanız gerekiyor. Büyük çoğunluğu İngiltere’de oturma izni olanlara dağıtılan biletlere ek olarak, İngiltere dışından da yapılan ayrı başvurular için de bir kısım bilet ayrılıyor.
Geriye kalan son seçenek ise sabahtan sıraya girip o gün için bilet almak. Şimdi bu kulağa oldukça makul gelse de, o kuyruğun 5-6 saat süren bir kuyruk olduğunu ve sabah altı gibi sıraya girmeniz gerektiğini biliyor musunuz? İşte bunu öğrenince insan Wimbledon’a gitmeyi sorguluyor. 🙂
Sabah 5 buçuğa alarmlarımızı kurup 7’ye doğru Wimbledon’da kendimizi bulduğumuzda insanlar çoktan sıraya girmişti ve önümüzde yüzlerce insan vardı.
Sabah 6-7de sıraya girip 5 saat beklemek her ne kadar kulağa uğraştırıcı gelse de, Wimbledon ekibi bunu kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Öncelikle herkes aşırı organize! Uber veya Citymapper’da “All England Lawn Tennis and Croquet Club” yazarak geldiğiniz yerden itibaren oklar sizi bekleme alanına doğru yönlendiriyor. Geniş bir boş arazi birkaç kısma ayrılmış ve siz oraya girdiğiniz gibi görevliler sizi durmanız gereken yere yönlendiriyor.
Alana geliyorsunuz ve geliş sıranıza göre elinize bir “queuing” (kuyrukta bekleme rehberi) ve kuyruk sıranıza ait bir bilet veriliyor. Biz gittiğimizde sabah 7 olmasına rağmen önümüzde belki 300-400 kişi vardı. Bazı insanlar önceki geceden gelip çadır kurup bekliyorlar ama sanırım hiçbir zaman o kadar gözü dönmüş olamayacağım… Çadır kurmadan gelen diğer insanlar ise sırayla bekleme kuyruğuna sokuluyor.

Bilet gişeleri 10.30’da açılana kadar herkes beklemek zorunda. Yani ister sabah 4’te gelin ister 8’de, illa ki 10.30’a kadar bekliyorsunuz. Ama mesela 8’de gelen önündeki kalabalık yüzünden belki tee öğlen 2’ye kadar beklemek zorunda.
Bu arada baya herkese mini bir “kuyrukta bekleme” (queueing) kitapçığı dağıtıyorlar. Burada hem kuyrukta beklemek üzerine kurallar hem de Wimbledon kuralları yer alıyor (mesela selfie çubuğu sokmak yasakmış).
Bekleme süreci üç şekilde ilerliyor:
1- Kuyruk biletinizi alıp size gösterilen yere oturuyorsunuz. Saat 9.30 gibi çadırcıları içeri almak üzere giriş kuyruğunu oluşturmaya başladıklarında diğer kuyruk gruplarını da yavaştan harekete geçiriyorlar.
2- İkinci olarak oturtulduğunuz yerde saat 10.30’da içeriye alımlar başlayana kadar bekliyorsunuz. Bu tabii ki alana geliş saatinize göre değişiyor. Mesela sabah 5.30’da gelmiş arkadaşım tam 10.30’da gerçek bilet kuyruğuna girmişken, biz ancak 12’ye doğru ayağa kalkabildik.
3- 10.30’da kapılar açıldıktan sonra içeriye girmek üzere tekrar kuyruğa sokuluyorsunuz. Kuyruk içinde kuyruk… Ama bu sefer içeri girmeye çok yakın olduğu için insan hiç hayıflanmıyor. Bu son kuyrukta baya klasik kuyruk usülü ayakta bekliyorsunuz (bu kısım yarım saat-bir saat sürüyor). Kuyruk biletinizi kaybetmemeniz çok önemli. Burada beklerken bir yandan sponsorların ıvır zıvırları ile de vakit geçirebilirsiniz. Mesela Lavazza ücretsiz kahve dağıtıyor veya HSBC orada “Court no. 20” adıyla ücretsiz tenis oynatıyor. Burada bekleyişin sonunda havaalanı güvenliği tadında bir güvenlik aramasından geçip bilet gişelerine gelebiliyorsunuz.

Biletler ve maçlar
Wimbledon’da toplam 18 kort var. 3-18 numaralı kortlardaki maçların hepsini “Ground Admissions” bileti ile izleyebiliyorsunuz. Bunun fiyatı £25.
Centre court ile 1 ve 2 numaralı kortlardaki maçlar için ise ayrıca bilet almanız gerekiyor ama ne yazık ki bunların çok az bir kısmı kuyruk için satışa çıkarılıyor. O yüzden bu biletleri istiyorsanız bir önceki geceden gelip çadır kurmak en mantıklı çözüm. Centre Court biletleri yaklaşık £100, 1 ve 2 numaralı kortların biletleri ise £50-80 arasında değişiyor.

Centre Court ile 1 ve 2 numaralı kortlarda genellikle en “baba” maçlar oynanıyor. Mesela bizim gittiğimiz gün Centre Court’ta Nadal, Court No.1’da ise Federer maçı vardı. Ama şansımıza 3 numaralı kortta da Caroline Wozniacki‘nin maçı vardı ve böylece Top 10’da olan bir oyuncunun maçını canlı canlı izleme fırsatımız oldu!

Zaten tüm kortlarda oynayan oyuncuların hepsi aslında belli bir klasmanda tenisçiler ve herhangi bir maçı izlemek bile bir deneyim. Sonuçta Wimbledon, tenis dalındaki en eski ve prestijli turnuvalardan biri olarak biliniyor. Ama tabii insan Centre Court’ta da bir maç izlemek istiyor haliyle. 🙂
Bunun için “resale” diye bir konsept oluşturmuşlar. Centre Court veya 1 ve 2 numaralı kortlarda bileti olanlar o gün çıkıp giderse, anında onların bileti tekrardan satışa sokuluyor. Centre Court maçlarını £10, diğer iki kortun maçlarını ise £5 karşılığında izleyebiliyorsunuz ama yine bunun için yaklaşık 1-2 saatlik bir kuyruğa girmeniz gerekiyor.
Açıkçası bizim gittiğimiz gün 5 saat süren bir Nadal maçı vardı ve kimsenin maçtan çıkmaya niyeti yok gibi duruyordu, bu yüzden biz diğer maçlara dadanıp sonrasında ana bir meydan gibi bir yerde kurulmuş dev ekrandan maçı izledik. Dev ekrandan bile olsa, orada yüzlerce insanla beraber o canlı atmosferde maçı izlemek gerçekten başka bir deneyimmiş. Sanırım futbol fanatiklerini ilk kez anladım. 🙂
Size tavsiyem, bulduğunuz bileti alın ve içeride takılın. Wimbledon’ın resmi içeceği olan “Pimm’s”den doya doya için, sonra yine Wimbledon’ın simgesi olan ünlü Kent çileklerinden alın hatta yanına da birer kadeh şampanya için. 🙂 (Şampanya şişelerini Wimbledon armalı pololara giydirilmiş şekilde servis ediyorlar!) Wimbledon tam bir festival ruhuna sahip. Tenis turnuvası değil de tenis festivali gibi. Her yer cıvıl cıvıl. Bu atmosferin tadını çıkarın. Ayrıca düzenlendiği All England Lawn Tennis and Croquet Club da oldukça güzel bir alan.

İçeride birçok yemek alanı bulunuyor, ayrıca köşe başı bulunan “Wimbledon Shop”larda da alışveriş çılgınlığı imkanı bulabilirsiniz. Turnuvanın mor-yeşil renkleriyle uyumlu paketleriyle oda kokusundan tek taşa kadar envai çeşit Wimbledon resmi ürünü satılıyor. Eğer tenis oynuyorsanız tenis eşyaları/kıyafetleri veya bez çanta, şapka gibi ürünler alabilirsiniz. (Şapkalar çok güzel!)
Eğer Haziran/Temmuz aylarında Londra’yı ziyaret etmeyi düşünüyorsanız, kesinlikle bir gününüzü Wimbledon’a ayırabilirsiniz. Çok güzel ve unutulmaz bir deneyim olacaktır. Wimbledon’ın kendisi de kasaba atmosferi ile çok tatlı, ayrıca şehre çok yakın – Londra’nın merkezinden metroyla yaklaşık 30-40 dk. uzaklıkta. Eğer Londra’da veya İngiltere’de yaşıyorsanız ise gitmemeniz hata. 🙂
Birkaç tavsiye:
– Sabah olabildiğince erken gitmeye çalışın, bence 6.00-6.30 gibi ideal.
– İçeriye selfie çubuğu sokmak yasak.
– Bilet gişelerinde yalnızca nakit geçerli. 5 saat sırada bekledikten sonra kapıdan dönmek istemezsiniz, o yüzden aklınızda olsun. Ama içerideki yemek yerleri veya dükkanlarda kredi kartı geçiyor.
– Kuyrukta beklerken kahve/çay ve sandviç gibi şeyler için birkaç seyyar yer bulunuyor ama bence yanınızda bol bol atıştırmalık getirin. Ayrıca kitap/dergi ve powerbank de olmazsa olmaz.
– Yanınızda olmazsa olmazınız şemsiye! Yağmur yağarsa yağmur altında, güneş çıkarsa da kuyrukta beklerken amele yanığı olmamak için kurtarıcı… Herkes Japon turistler gibi şemsiye altında bekliyordu sırada. Ayrıca güneş kremi ve şapka da can kurtarıcı.
Son bir ilginç bilgi: Grand Slam’ler arasında tek çim zeminli turnuva Wimbledon ve ayrıca kendine has kuralları bulunuyor, mesela tenisçilerin tamamen beyaz giyme zorunluluğu var.
Ne kadar zahmetli bir süreçmiş 🙂 Ama sonuca değer bence :))
BeğenBeğen
Aynen, sabahın köründe saatlerce sıra beklemek yorucuydu ama değdi kesinlikle 🙂
BeğenBeğen
Selamlar Emre bey;
Klasik turk mantigiyla once ucak biletini aldim sonra da mac bileti baktim ve ogrendim ki su an epey umutsuz bi caba gibi gorunuyor..
Final icin yola ciktim su an ilk 2 gune bile razi durumdayim, sizin gibi kuyrukta bekleme yontemine de pek pozitif bakamiyorum zira yanimda 10 yasinda bir cocuk olucak. Ne dersiniz vaz mi gecelim?
BeğenBeğen
Merhaba Bade Hanım, iletişime geçtik ama yine de yorumunuz yanıtsız kalsın istemedim, hem belki benzer bir sorusu olan da okur. 🙂
10 yaşında bir çocuk ile sıkıntı olacağını düşünmüyorum, çünkü sıra çok medeni ilerliyor ve birçok görevli sıranın düzgün ilerlemesi için orada bulunuyor. Bizdeki gibi itiş kakış bir sıra ortamı düşünmeyin yani. 🙂 Ayrıca sıra beklemenin çoğu kısmı çimlerde oturarak geçiyor, o yüzden çocuğunuzla piknik gibi düşünebilirsiniz. Sadece biraz erken kalkmanız gerekecek.
Maç biletleri için biraz daha erken davranmak gerekiyor. Aralık ayı ortasında başvuruları biten bir lotarya ile bir kısım bilet satışa çıkıyor ama sırada bekleyerek gününde izlemek her zaman için en garanti yol gibi duruyor (tabii centre court’tan ümidi kesmek gerekiyor)
BeğenBeğen