Haftasonu hava sıcaklıkları Londra’da 30 dereceleri görünce (evet, 30 derece!) ne yapsak acaba derken, deniz kenarı bir yerlere gitmeye karar verdik. Londra’ya trenle 1-2 saat uzaklıkta Brighton, Bournemouth gibi yerler olduğunu biliyordum ama açıkçası ne duyduklarımdan ne de gördüklerimden öyle çok cezbedici gelmemişti. Buradaki yakın arkadaşlarımdan birinin “çok güzelmiş” ısrarları üzerine, biraz meraktan ama daha çok 30 derece sıcaktan kendimi Broadstairs treninde buldum. 🙂

Broadstairs, Kent Bölgesi’nde yer alan ufak bir şehir hatta kasaba. Ülkenin güneydoğu ucunda bulunan Isle of Thanet’ın en doğusunda yer alıyor. Aslında Isle of Thanet (Thanet Adası) bir yarımada ama ismi neden “isle” derken, imdadımıza Wikipedia yetişiyor. Meğer eskiden burası gerçekten ayrı bir adaymış, ama zamanla Stour Nehri’nin getirdiği topraklar ile ada ve İngiltere arasındaki Wantsum Kanalı dolmuş ve günümüzde olduğu haliyle tamamen İngiltere adasıyla bütünleşik. Oldukça ilginç!

Biz Broadstairs’a kadar gitmişken neredeyse tüm Isle of Thanet’ı keşfettik ve size de eğer Londra’da/İngiltere’de yaşıyorsanız iki günlük bir haftasonu rotası olarak veya Londra’ya yazın turist olarak geliyorsanız günübirlik bir gezi olarak tavsiye ederim. Sadece Broadstairs’da 7 adet geniş ve kumsal plaj var, ayrıca komşu Margate’te de yine güzel kumsal plajlar var. Açıkçası genel olarak beklentimin çok üzerinde çıktı! Broadstairs’da gerçekten o sayfiye havası ve kendine has bir kasaba sevimliliği var, üstüne 30 derece sıcak ve onunla gelen bir yaz kalabalığını ve geniş altın sarısı kumsalları da ekleyince bir anda kendimi Akdeniz kıyısında bir yerde gibi hissettim. Hatta Akdeniz olmasa bile İspanya veya Fransa’nın okyanus kıyısındaki şehirlerinden biri gibi.
Peki Broadstairs’da neler yapılır?
1- Charles Dickens: Kasabanın olayı plajları, sörf okulları vee Charles Dickens. Meğer Charles Dickens yaz aylarını geçirmek için uzun yıllar Broadstairs’ı tercih etmiş ve bu yüzden kasaba kendini ünlü yazar ile baya bi özdeşleştirmiş. Biraz kültür turu yapalım derseniz şehrin merkezdeki ana kumsal olan Viking Bay’in orada yazlık evi dönüştürülerek yapılmış Charles Dickens Müzesi’ni gezebilirsiniz. (Küçük ve sevimli bir müze dükkanı var, oradan kitapkurdu arkadaşlarınıza güzel ayraçlar gibi hediyelik eşyalar alabilirsiniz.) Ayrıca şehrin başka yerlerinde de üzerinde “burada Charles Dickens kalmıştır” yazan başka bir sürü ev/otel daha var. Elde bir tek Charles Dİckens olunca etinden sütünden faydalanmışlar. 🙂
Ayrıca her yaz başı Charles Dickens adına düzenlenen bir haftalık bir festival gerçekleşiyormuş (mesela bu yıl 17-23 Haziran). Bizim şansımıza gittiğimiz gün festivalin ilk günüydü ve şehirde kocaman bir yürüyüş hazırlığı vardı. Kasaba halkı onun kitaplarındaki karakterlerin dönem kostümlerini giyerek kasabada geçit töreni düzenliyorlar. Oldukça ilginç bir andı. Her Haziran’da, yaz ekinoksu civarı gerçekleşen festival, burayı ziyaret etmek için güzel bir zamanlama olur.

2- Dondurma, kahve, yemek:
Ciappini’s – 60’lardan kalma bu retro İtalyan kafesi Kasabanın en beğenilen yerlerindenmiş. Dondurmaları çok beğeniliyormuş ama biz dondurma yerine cannolinilerini denedik. Valla denediğim en az lezzetli cannolini olabilir. 🙂 belki dondurmaları daha güzeldir.. Ama manzarasının yanında tat önemsiz kalıyor. Deniz kenarına inen dar bir yokuşta yol üstündeki masaları ile insan gerçekten kendini bir an için Akdeniz kıyısında sanıyor.
The Old Bake House – kasabadaki en sevimli kafe burasıydı bence. Yeşil ve çiçeklerle kaplı sempatik bir sokak üzerindeki masaları ile kısa bir kahve-tatlı molası için ideal.
Albion Hotel – bazı yazlar Charles Dickens’ın kaldığı otelin restoranı yazın açık alanı, kışın da kapalı ama manzaralı restoranı ile kasabanın en güzel restoranı olabilir. Güneşli havalarda denize karşı fish&chips keyif yapmak için güzel.

3- Denize nereden, nasıl gireceğiz?
Denize girmek için Broadstair’s da 7 adet plaj var, ayrıca yakınlarda da bir sürü ayrı plaj bulunuyor. Genelde her plajın girişinde şemsiye ve şezlong kiralamak için bir yer var. Şezlong 3 pound, şemsiye 5 pound gibi ücretleri var (her birinden yaklaşık 1-2 pound depozito olarak alınıyor, günün sonunda geri bıraktığınızda size geri ödüyorlar). Tabii isterseniz hiçbir şey ödemeyip havlunuzu kumlara serip bedava takılabilirsiniz.
Bu arada şemsiye kurmanın şöyle bir olayı varmış: bizde genelde şemsiye uçmasın diye içi su dolu plastik beyaz bir cisim verilir ve şemsiyeyi ona batırırız ya, burada adam elimize şemsiyeyi verdi biz kuma batırdık ve zannediyoruz ki o orada öyle sabit duracak… Şemsiye tabii ki uçtu… Biz kumu kazıp biraz daha derine batırdık zannettik ama nafile, yine uçtu. Sonunda bir aile yardımımıza koştu. Meğer kuma şemsiye batırmak için özel minik çekiçler varmış. Bir dahaki sefere ona göre hazırlıklı gitmek gerekir. 🙂
Viking Bay
Viking Bay, Broadstairs’ın merkezindeki ana plaj. Geniş sarı kumsal, bir sürü şemsiye ve ahenk içindeki şemsiyeler ile oldukça fotojenik ama denizi dalgalardan dolayı çamurlu ve de biraz fazla kalabalık. Zürafa şeklinde falan devasa şişme kaydıraklar ve bilimum çocuk var. İlginç bir şekilde mavi bayraklı.

Stone Bay
Viking Bay’den biraz kuzeye doğru 10 dakika yürüdüğünüzde karşınıza Stone Bay çıkıyor. Viking Bay’in kalabalığının aksine burası biraz daha “aile plajı” tadında. Bu plajın en önemli özelliği sahil boyunca kutu kutu küçük evler olması. “Beach hut” denilen bu minik evcikler, sahil kenarında kiralanabilen veya satın alınan yazlık kabinler gibi düşünülebilir. Toplam maksimum 4-5 metrekare olan bu kabinlere genelde ufak bir mutfak (lavabo ve minibar buzdolabı) ve küçük bir dolap gibi şeyler konuluyormuş. Merak edip orada oturan insanlara bu kabinlerin fiyatlarını sordum. Normalde sezonluk kiralamak 300 Pound tutuyormuş ve birkaç yıl bekleme süresi varmış! Ayrıca yaz bitiminde kabinin kaldırılması ve bir depoda tutulması gibi işlemleri de yine siz karşılıyorsunuz. Bana biraz gereksiz geldi. Zaten İngiltere gibi yaz mevsiminin birkaç hafta sürdüğü bir ülkede kışın depoda dursun diye yatırım gibi. Ayrıca depo masrafı da kabinin kendisiyle aynı fiyatta (tabii evinin bahçesine kaldıran da oluyormuş). Bu arada deniz ile evlerin bulunduğu yerler arasında oldukça mesafe ve yükseklik farkı olduğu için bir yandan da tabii mantıklı. İsteyenler haftalık olarak 100 Pound’a kiralayabiliyormuş ama bunlar belediyeye ait ayrı kabinler ve içini modifiye edemiyormuşsunuz.

Joss Bay
Stone Bay’den yürüyerek 20 dakika uzaklıktaki Joss Bay, denize girmek için bizim tercihimiz oldu. Joss Bay de yine mavi bayraklı ve genelde ailelerin olduğu bir plajdı. Gel git olduğu için deniz seviyesi gün içinde değişiyor ve deniz biraz çamurlu gibi ama suyun kendisi aslında temiz. Ayrıca sanırım biraz Kilyos gibi git git aynı derinlikte olup bir anda derinleşiyor. Sahilde şemsiye ve şezlong kiralayabileceğiniz bir alan ve de hamburger, içki gibi bir şeyler alabileceğiniz bir büfe var. Joss Bay’in en büyük özelliği ise sörf okulu olması!

Kingsgate Bay
Joss Gate’in yürüyerek yaklaşık 15 dakikalık komşusu olan Kingsgate Bay, adını koyun yanı başında bir yamaç üstündeki Kingsgate Castle‘dan alıyor. Bir zamanlar soyluların yazlık kalesi şimdi birkaç ailenin kullandığı bir yazlık ev olmuş ama ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiş. Koyun bir ucunda Kingsgate Castle bir ucunda ise manzaraya tepeden bakan Captain Digby Thorley Tavern isimli bir pub bulunuyor. Burada denize girip sonra manzaraya karşı soğuk bir bira içmek keyifli olur. Sanırım bir daha gidersem buradan da denize girebilirim. Ayrıca denize doğru uzanan yamaçlarının rengi ve şekli de instagrama malzeme çıkarabilir. 🙂

Botany Bay
Kingsgate Bay’den “Viking Trail” isimli yürüme yolundan tarihi kaleler ve golf sahaları arasından geçerek yaklaşık 15-20 dakika sonra Botany Bay’e ulaşıyorsunuz. Burası hepsinin arasından en övülen plajdı ama benim en az beğendiğim burası oldu. Herhalde daha ünlü olduğundan dolayı aşırı kalabalıktı ve sahilde çok çapul tipler de vardı. Tek güzel yanı, Alaçatı Delikli Koy’daki gibi güzel foto çekmelik kayalar var, instagram malzemelik. 🙂

Margate
Botany Bay’den otobüsle yaklaşık 20-25 dakika uzaklıkta tıpkı Broadstairs gibi daha büyük bir yerleşim olan Margate yer alıyor. Burada da oldukça geniş bir kumsal var ama Margate nispeten daha büyük bir şehir ve bu nedenle şehir merkezinden girilen bir kumsal ne kadar güzel olabilirse burası da o kadar güzel. En ilginç özelliği Avustralya’da Bondi Beach’in okyanusla içiçe geçmiş meşhur yüzme havuzu gibi, denizin ortasına yaptıkları yapay havuz.
Margate’e, Londra’ya dönmeden önce geniş plajına ve günbatımına karşı bir şeyler yemek için gelinebilir. Hemen sahilde Sands Hotel’in Bay Restaurant‘ı veya hemen yanındaki Buoy & Oyster akşam yemeği için tercih edilebilir fakat bu iki yerin de manzaralı balkonlarında oturabilmek için önden rezervasyon gerekiyor. Bu arada Margate’te ilginç bir şekilde Turner Contemporary isimli bir modern sanat müzesi ve Dreamland isimli bir lunapark bulunuyor. Bir gün yolunuz Margate’e düşerse işe yarar belki. 🙂

Genel olarak Isle of Thanet sahilleri beklentimin üzerinde çıktı. Kumsal olması ve denizi gel-gitten dolayı çamurlu olsa da mavi bayrakları koylarının olması baya şaşırttı. Eğer Londra’da veya İngiltere’de yaşıyorsanız veya okuyorsanız yazın günübirlik bile gidilebilir!
“İngiltere’de denize girmek: Isle of Thanet ve Kent sahilleri&rdquo için 1 yorum