Bilbao – Bask bölgesi (I)

Bask bölgesi, İspanya’nın diğer bölgelerine göre daha az bilinse de vaat ettigi güzellikler ile ne Endülüs’ten ne de Katalonya’dan aşağı kalır yanı yok. Önümüzdeki birkaç yazıda size Bask bölgesini anlatacağım; hem gitmeyi düşünenler için faydalanabilecekleri seyahat notları olsun istiyorum (çünkü ben giderken çok az yazı bulabildim) hem de aklından Bask bölgesine gitmek geçmeyenleri de oranın güzellikleri ile ikna edeceğimi düşünüyorum. 🙂

Bilbao, İspanya’nın kuzeyindeki özerk Bask bölgesinin en büyük şehri ve eğer Bask bölgesine gitmeyi düşünüyorsanız burayı merkez noktası olarak kullanabilirsiniz.

Bilbao aslen bir sanayi şehri, o yüzden çok fazla sempatik bir yanı olduğunu söyleyemeyeceğim. (Fakat İspanya’nın her köşesi gibi yine de birkaç kez daha gitmekten gocunacağımı hiç sanmıyorum.) 🙂 Sanayisi güçlü bir şehir ve genel olarak zaten Bask eyaleti kişi başına yaklaşık 30.000 dolarlık geliri ile İspanya’nın en zengin bölgelerinden biriymiş.

Nereleri görmeli?

Bilbao’nun bana göre iki önemli olayı var: Guggenheim Müzesi ve Michelin yıldızlı restoranları ve bu bölgesinin tapas’ı denebilecek “pintxos”ları ile olan gastronomik özelliği.

Bunun haricinde şehirde tarihi açıdan görülecek inanılmaz önemli bir yer yok. “Casco Viejo” diye geçen eski şehir kısmındaki 7 Sokak bölgesi (Les Siete Calles) buranın tarihi bölgesi. Elinizdeki zamana göre Bilbao’ya 1 ya da 2 gün ayırarak çok rahat her yerini görebilirsiniz.

7 Sokak bölgesi bana genel olarak Beyoğlu’nun ve Galata’nın ara sokaklarını anımsattı. Binaların farklı mimarisi ve uyumu çok güzel ama birkaç cafe ve dükkan dışında açıkçası bana çok enteresan gelmedi. Bu bölgenin merkezinde bulunan Bilbao Katedrali’ni ziyaret etmenizi öneririm, içinde farklı bir şey olmasa da huzur hissi veren kiliselerden olduğu için çok sevdim. Kilisenin açıldığı meydan da tam bir Güney Avrupa şehri meydanı. Meydandaki kafede bir cortado içerek ufak bir mola verebilirsiniz.

Biz bu bölgede birkaç saat geçirdikten sonra yürüye yürüye şehrin daha yeni kısmını keşfetmek üzere Ria Nehri’ni geçelim derken şansımıza köprünün oradaki El Arenal Parkı’nda çok güzel bir klasik müzik konserine denk geldik. Meğer yazın buradaki parkta bu tür konserler oluyormuş. Eğer Mayıs ve sonrası dönemde gidecek olursanız aklınızda olsun. 🙂

Şehir ilk olarak Ria nehrinin doğu yakasında 7 Sokak bölgesinde kurulmuş ve daha sonra batı yakasına doğru genişlemiş. Nehrin batı tarafında şehrin ana caddesi olan Gran Via uzanıyor ve eğer alışveriş yapmak istiyorsanız adres burası. Ta Federico Moyua Meydanı’na (Federico Moyuo Plaza) kadar uzanan kısımda El Corte Ingles, Cortefiel, Celio gibi İspanyol zincirleri bulabilirsiniz. Ben bu tür İspanyol hazır giyim markalarının ürünlerini çok beğendiğim için burada birkaç saatimi geçirdim. 🙂

Asıl görülmesi gereken yer ise Guggenheim Müzesi!

Guggenheim Müzesi’nin bir merkezinin de Bilbao’da olması aslında çok absürd geldi bana. Oraya giderken, acaba yılda kaç kişi ziyaret ediyordur ki gibi düşünceler geçiyordu kafamdan. Müze 1997’de açılmış ve benim tahminimin ötesinde yılda 1 milyon ziyaretçi çekiyormuş! Bunların %60’ı yurtdışındanmış… Bask bölgesinin kendini gastronomi ve modern sanat merkezi olarak muhteşem bir turistik konumlandırması olmuş ve gustoları doğrultusunda gezmeyi ve para harcamayı seven kitleyi kendisine çekmeyi başarmış.

Guggenheim’ın binasını gördüğünüz gibi büyüleniyorsunuz ve kendisi kendi başına bir sanat eseri zaten. Frank Gehry tarafından tasarlanmış ve mimarisi Los Angeles’taki Walt Disney Konser Salonu’na çok benziyor. Gehry’nin alamet-i farikası olarak bina titanyum kaplamalı ve de dekonstrüktivizm akımının güzel bir örneği.

Binanın önünde Jeff Koons’un “Puppy” isimli çiçeklerden oluşan kocaman bir köpek heykeli var. Buranın önünde fotoğraf için uzun kuyruklar var ama bana bir dönem Taksim Meydanı’nda yer alan çiçekten kedi heykelini anımsattığı için çok ilgilenemedim..

Müze toplam 3 kattan oluşuyor ve tüm sergi salonlarını ortalama 2 saatte gezebilirsiniz. Biz ilgilendiğimiz eserleri audio-guide ile dinleyerek yaklaşık 2 saatte gezdik.

Müzedeki favorilerim:

1. Richard Serra – Matter of Time. Richard Serra ile tanışmam bile Guggenheim Bilbao’nun bana artısı oldu. Bu devasa labirentvari halkaların içinden yürürken insana zamanın akışında kendi küçük yerini anımsattığı hissini verdi ve eserlerin grandiose’luğu beni etkiledi. Bu eseri hem tepeden görebiliyorsunuz hem de içinde dolanabiliyorsunuz.

   

2. Müzenin içinde yine Jeff Koons’un “Tulips” eseri de var. Bu tam Jeff Koons’un tarzında bir eser olduğu için oldukça merak ediyordum ve görünce çok heyecanlandım. Yine bunun da önünde fotoğraf için uzun kuyruklar var.

   

3. Üçüncü favorim ise Jenny Holzer’ın bu müze için özel hazırladığı enstalasyonu oldu. Jenny Holzer “truism” denen “gerçekçilik” olarak çevireceğim bir akımdan ilerliyormuş ve eserleri dijital ekranlarda akan birer cümlelik çarpıcı yazılardan oluşuyormuş mesela “Your oldest fears are your worst ones” gibi. Bilbao için özel hazırladığındaki metinler ise ilk olarak bir AIDS fundraising etkinliğinde yazılmış. Ölen bir yakının ardından “I say your name”, “I save your clothes” gibi birer cümleler ile kayıp, ölüm, yakınlık gibi konuları işliyor. Siyah bir ortamda yalnızca iri LED kolonlardan dikey olarak kayan harflerin dijital ışıkları ile durmadan devam eden bir loop halinde bu yazıları okumak oldukça etkileyici bir ambiyans yaratıyor. Guggenheim’ın Youtube’daki videosundan izleyebilirsiniz.

Kalıcı koleksiyonda özellikle Andy Warhol eserlerini görmek beni heyecanlandırdı. Ayrıca Jean Metzinger, Frantisek Kupka ve Delaunay ile tanışmama ve listeme eklememe vesile oldu. Ayrıca Calder’in Romulus et Remus eseri de (resmi aşağıda) en ilgimi çekenlerden.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Müzeden çıktığınızda hemen karşınızda Bilbao’da görülecek bir başka önemli şey olan enteresan mimarisi ile La Salve Köprüsü yer alıyor. Burada da bir hatıra fotoğrafı çektirebilirsiniz. 🙂

Bilbao’da son olarak görülecek yer ise futbol meraklıları için Atletico Bilbao’nun modern mimariye sahip San Mames Stadyumu. Atletico Bilbao bölge halkının çok sevdiği bir takımmış ve Real Madrid ve Barcelona haricinde İspanya liginde hiç küme düşmemiş olan tek takımmış. Bu arada Baskların milliyetçilikleri burada da konuşmuş; Athletic Bilbao’da tarih boyunca Bask kökenli olmayan tek bir oyuncu bile forma giymemiş. Tek istisna Fransız bir oyuncu olmuş ama o da yine Fransa’nın Bask bölgesi doğumlu bir futbolcu olmuş.

Nerelerde yemeli?

Bilbao’da ve genel olarak Bask’taki yemek kültürü üzerine ayrı bir yazıda daha detaylı değineceğim ama genel olarak buranın iki özelliği var: birincisi pintxos olarak adlandılan yerel tapas ve de bol Michelin yıldızlı restaurantlar.

“Pintxos bar” diye bir konsept var ve bu barlarda her gün birkaç farklı pintxos çeşidi servis ediliyor. Bar tezgahında sergilenen bu çeşitlerden beğendiklerinizi seçip içeceğiniz ile bardan alıyorsunuz, sonra hop sıradaki pintxos bar. 🙂

Bu pintxos barlara 7 Sokak bölgesinde veya yeni şehir kısmında bulunan Calle de Rodriguez Arias’da gidebilirsiniz. Bizim otelimiz yeni şehir kısmında olduğu için ilk akşamımızda Calle de Rodriguez’deki yerleri denedik, aralarından Do Bilbao ve Gi2’yi notlarıma almışım. 🙂

İkinci akşamımızda ise Michelin yıldızlı bir restoran olan Zortziko‘yu denedik, onu ise gastronomi üzerine daha detaylı yazacağım bir sonraki yazıda anlatacağım.

Bu arada şehirde haftasonu geceleri muhteşem bir gençlik ortaya çıkıyor. Özellikel Rodriguez Arias Caddesi’ndeki pintxos barların önündeki gençleri gördüğümüzde şok geçirdik. Gençler resmen barlardan taşıyordu, sokaklarda oturanlar, arabaların üstüne oturanlar vs vs. Bu kadar büyük olmayan bir şehirde bu kadar kalabalık ve canlı bir genç nüfus görmek çok ilginç geldi. Neredeyse Asmalımescit’in eski günlerini aratmayan bir kalabalık vardı.

Nerede kalmalı:

Biz yeni şehir kısmındaki lluion Hotel’de kaldık, genel olarak her şeyden memnun kaldık, tavsiye ederim.

Nasıl gidilir:

Türk Hava Yolları, birkaç yıldır İstanbul-Bilbao arasında direkt seferler düzenliyor. Uçakta neredeyse hiç Türk olmamasına çok şaşırmıştım ama Bilbao’ya az direkt uçuş olduğu için İstanbul’dan transfer yapan çok varmış meğer.

Ne zaman gidilir:

İspanya’nın kuzeyinde olduğundan yıl boyunca genelde havanın serin olması nedeniyle Mayıs-Eylül tarihleri arasını tavsiye ederim. Her şehir güneşli havada ayrı güzel oluyor. 🙂 18 Haziran’a denk getirebilirseniz süper olur, o gün Bilbao’nun kuruluş yıldönümü olduğu için tüm gece özel ışık ve müzik gösterileri oluyormuş.

(Son bir gereksiz bilgi: Şehrin küçüklüğüne rağmen gördüğüm en büyük ve teknolojik turist ofisini görmek çok şaşırttı)

Bunlar da ilginizi çekebilir:
San Sebastian – Bask Bölgesi (II)
Bask Bölgesi ve Gastronomi (III)