Lizbon önerileri ile Portekiz’e el atmışken, diğer önerilerimi de paylaşmak istedim. Eğer Lizbon’da değerlendirebileceğiniz ekstra gününüz varsa size üç önerim olacak. Bunlardan ikisi Lizbon’un banliyösü gibi olan, güzel ve gezilmesi gereken iki yer; Cascais ve Sintra. Öteki ise büyük olasılıkla bildiğiniz gibi Portekiz’in en görülesi ikinci şehri Porto. Hatta çoğu kişinin Lizbon’u geçip asıl favorisi bu şehir oluyor (benim oyum ama Lizbon’dan yana)
1- Cascais

İlk önerim Cascais olacak. Cascais aslında Lizbon’un sayfiyesi gibi bir yer diyebiliriz ama aynı zamanda bizim Zekeriyaköy gibi şehrin biraz dışında, Lizbon’un daha zenginlerinin yaşadığı bir bölge. Trenle Lizbon’dan yarım saat kadar uzaklıkta yer alıyor, çok rahat gidebilirsiniz. Ayrıca banliyö hattı olduğu için gün içinde sık sık tren seferi var. Tam denizin kenarında, çok güzel bir marinası ve insanı bir anda yaz tatili havasına sokan çok güzel plajları var. Kasabanın merkezinde aslında görülecek çok fazla bir şey yok ama genel olarak evleri olsun, sokak taşları olsun, Portekiz’in genelinde olduğu gibi, burası da ruhunu korumuş bir yer. Biraz dolanıp etrafı inceleyebilirsiniz ama asıl marina tarafındaki sokaklar ve evler çok daha ilgi çekici. Eğer yazın giderseniz size tavsiyem Cascais’ın plajlarının tadını çıkarmak. Eğer güneşlenme/denize girme planlarınız varsa burada bir gün geçirebilirsiniz. Zaten Lizbonlular da yazın buraya geliyormuş.

Cascais’a gelmişken asıl önerim ise Boca do Inferno yani Türkçe’siyle “Cehennem Ağzı” denen kayalıklara gitmeniz. Atlantik Okyanusu’ndan gelen şiddetli rüzgar eşliğinde yüksek falezlerden oluşan kayalıkların üzerinden ufka bakmak gerçekten nefes kesiyor. Hatta kendinizi Amerika keşfedilmeden önceki insanların yerine koyup, Eski Dünya’nın en uç noktalarından biri olarak düşünerek bakmak ise ayrı bir bilinmezlik hissi veriyor. Ayrıca çok güzel bir fotoğraf noktası. 🙂
Bu kayalıkların yanında yerel halkın ürünler hediyelik eşyalar sattığı bir çarşı da bulunuyor, uygun fiyata turistik alışveriş yapmak için güzel bir nokta.

Bu arada Cascais’ın “Kaşkayş” gibi okunduğunu da not düşeyim. 🙂
2- Sintra
Deniz kıyısından biraz uzaklaşıyoruz ve ikinci önerim Sintra oluyor. Lizbon’dan 40 dakika kadar süren bir tren yolculuğu ile buraya ulaşabiliyorsunuz. Trenler banliyö hattı olduğu için Cascais’da olduğu gibi burada da gün içinde sık sık sefer var. Sintra’ya gittiğinizde ilk yapmanız gereken şey Sintra Dağları’nın tepesindeki ünlü Pena Sarayı‘nı gezmek!

Trenden indikten sonra oradan kalkan 424 numaralı otobüslerle saraya çıkabilirsiniz. Yürüyerek çıkmayı ise pek tavsiye etmiyorum çünkü saray yüksek bir tepenin sonunda yer alıyor ve oraya çıkmak için bol zaman ve enerji gerekiyor. UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’nde de yer alan bu sarayın gerçekten çok farklı bir mimari üslubu var ve daha önce gördüğüm saraylara pek benzemediğini söyleyebilirim. Almanya’daki Neuschwanstein gibi Batı Avrupa’daki sarayların/şatoların Portekiz yorumu gibi denebilir.
Sarı, kırmızı gibi farklı renkleri, neredeyse bir animasyondan filminden ya da bir masal kitabından fırlamış gibi gözüken mimarisi ve de etrafındaki yüksek ağaçlarla dolu ormanlarıyla oldukça “mistik” bir hava veriyor. Ayrıca, sadece bu saraydan ormanlara doğru bakan uçsuz bucaksız manzara bile nefes kesmeye yeterli. Hem manzara hem de sarayın kendisi fotoğraf çekmek için bol bol malzeme veriyor. 🙂
Sarayı gezdikten sonra biz tekrar otobüsle geri inmek yerine, yağmur yağmasına rağmen o orman yolundan inmeyi tercih ettik. Orman tamamen yüksek ağaçlarla kaplı ve yol boyunca kıvrıla kıvrıla ormanın içinden ilerleyerek aşağı iniyorsunuz. Gerçekten çok farklı bir histi fakat en az 1 saat sürüyor bu yüzden zamanınızı iyi ayarlamanız lazım.

Sintra’dan ayrılmadan önce Sintra’nın kasabasını da gezmenizi tavsiye ederim. Küçük sokakları, dar yokuşları ve küçük sevimli pastaneleri ile benim çok hoşuma gitmişti. Özellikle de pastaneler… En meşhuru Piriquita ve burada Sintra’ya özgü olan Queijadas de Sintra‘yı denemenizi tavsiye ederim. “Sintra cheesecake’i” olarak geçiyor ama cheesecake ile alakası pek yok, daha çok peynir kullanılan tatlı bir çörek gibi ve oldukça lezzetli. Ayrıca diğer ürünleri de hem çok lezzetli hem de çok ucuzdu. Benim gibi obur olan arkadaşım Zeynep ile bir değil, iki değil, beşer adet pasteis ile sınırlarımızı zorlamıştık. 🙂 Portekiz’in ucuzluğu burada da devam ediyor, pasteis’lerin tanesi 1 euro idi hatta bazıları daha da ucuzdu, bu yüzden gönlünüzce merak ettiklerinizi deneyebilirsiniz.
3- Porto
Portekiz’in daha kuzeyinde kalan Porto aslında günübirlik bir gezi için biraz zorlayıcı olabilir, burada bir gece konaklamanızı tavsiye ederim. Fakat günübirlik bir geziyi de şartları biraz zorlayarak gerçekleştirebilirsiniz. Lizbon ile Porto arasında sık bir şekilde hem tren hem de otobüs seferleri var ve de tren ile yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Yani sabah erkenden gidip bir gün içinde şehri gezmeyi tamamlamak mümkün. Zaten Porto’da görülecek yerlerden ziyade, önemli olan şehrin sokaklarında dolaşıp genel karakteristik havasını yakalamak. Porto Katedrali’ni görmenizi tavsiye ederim ve sonrasında ise etrafındaki irili ufaklı yokuşları, dar sokakları arşınlamanız ve Porto’yu Porto yapan en önemli özellik olan o çinilerle mozaiklerle kaplı evlerini görmek. Zaten UNESCO şehri 1996’da Dünya Kültür Miras Listesi’ne eklenmiş.

Sokakları turlayıp, görülmesi gereken yerleri gördükten sonra, Douro Nehri’nin kıyısına gidip orada nehir kenarında yer alan kafelerden birinde oturmanızı ve günbatımında nehrin ve Dom Luís köprüsünün manzarasıyla Porto şarabı içmenizi tavsiye ederim.
Bu arada Porto şarabı tatlı bir şaraptır bu nedenle herkesin hoşuna gitmeyebilir ama bu şarap özellikle tatlılar ile çok güzel uyum sağlıyor. Porto’dan dönmeden şarap almanızı hatta nehrin öteki tarafında yer alan imalathaneleri gezip, şarap tadımı yapmanızı tavsiye ederim.

Akşam yemeği için ise çok güzel bir önerim olacak; Ora Viva Restaurante‘yi tavsiye ediyorum. Hem yemekleri oldukça lezzetliydi hem de servis çok iyiydi – hatta orada yediğim balığın tadını hala unutamıyorum diyebilirim. Biz burayı tesadüfen bulmuştuk ama zaten birçok rehber kitap tarafından da önerilen bir yermiş.
Eğer Porto’da iki gün kalacak olursanız, ikinci gününüzde Atlantik Okyanusu kıyısındaki Foz isimli bölgesine de gitmenizi tavsiye edebilirim. Burada Shis Restaurante isimli, Porto’nun ruhundan farklı ama cool bir mekan var ve burada okyanusa karşı keyif yapabilirsiniz. Foz aynı zamanda Porto’nun daha lüks bölgesi, burada da çok güzel villalar var hatta minimum harcamanın 250€ olduğu gece kulüpleri bile mevcut!
Porto’yu bazı insanlar Lizbon’dan bile daha çok seviyor fakat benim tercihim Lizbon’dan yana. Evet Porto’nun karakteristik havası çok güzel ama benim için biraz kasvetli geldi. Yine de her türlü kesinlikle görülmesi gereken bir şehir, orasi tartışılmaz.
Bonus: Estoril
Cascais’e giderken yol üstünde yer alan, yine deniz kıyısındaki bu Lizbon kasabasını da kumar meraklıları için paylaşıyorum çünkü Portekiz’in en büyük kumarhanesi burada yer alıyor. Cascais’e giderken veya dönerken uğrayıp gezebilirsiniz. 🙂
Bu da ilginizi çekebilir:
Lizbon’dan dönmeden yapmanız gereken 7 şey
Yazıda kullanılan fotoğraflar bana aittir – instagram.com/emreonar
Emrecim çok güzel bir yazı olmuş. Ben de bu yaz konferans için gitmiştim. Ekleyebileceğim Avrupa’nın en batısı Cabo de Roca var, Sintra’dan otobüsle gidilebiliyor. Eskiden Dünya’nın o noktada bittiği düşünülüyormuş. Oradan okyanusa bakmak gerçekten değişik bir his.
BeğenBeğen
Yorumun icin tesekkurler Ozlem, begenmene sevindim! Cabo de Roca’yi biliyorum fakat oraya gitmedigim icin yazmak istemedim – sadece gitmis oldugum yerleri tavsiye edeyim dedim 🙂 Oneri icin sagol, bir sonraki sefere insallah 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Pingback: Lizbon’dan dönmeden yapmanız gereken 7 şey – Emre Onar