Herkesin kafasını şu korkunç gündemden biraz olsun dağıtmaya ihtiyacı vardı, kar tam zamanında denk geldi!
Ben de geçen hafta yaşanan olaylardan sonra bu dönemde duygularımızı biraz olsun hafifletmek, kafa dağıtmak ve de yaşadığımız şehre/ülkeye karşı tekrar sempati hissedebilmek adına de böyle bir liste yapmaya karar vermiştim. Fakat kendimi toparlayıp yazıyı yayınlayamadım bile. Neyse ki kar ile kişisel gündemlerimiz de biraz normale dönebildi.
Geçen hafta köprüden geçerken kafam gündemin can sıkıcılığı ve yaşanan olayların korkunçluğu ile doluyken bu günbatımını görünce bir anda kafam dağıldı ve İstanbul’u neden sevdiğimi düşünmeye başladım ve bu listeyi oluşturmaya karar verdim. 101’i kendime hedef olarak belirledim, zaman zaman aklıma geldikçe bu listeye eklemeler yaparak canlı tutacağım. Siz de emailime (emreonarblog@gmail.com) önerilerinizi atabilirsiniz. Biraz da olumlu tarafa odaklanmak belki de herkese iyi gelecek.
Bu fikrin kaynağını birinci neden olarak ekliyorum, gerisi zamanla gelecek:
1) Her biri birbirinden benzersiz ve güzel günbatımları
Listenin birinci maddesini geçenlerde denk geldiğim ve okuduğumdan beri aklımdan çıkmayan Bülent Ecevit’in 1954 yılında yayınlanmış yazısı ile paylaşmak istedim.
Bu günbatımına bakarken Bülent Ecevit ile Bayan Kasparyan’ın İstanbul’dan kilometrelerce uzakta Salem, Massachusets’te İstanbul’un günbatımını hüzünle yad ettikleri sohbetini anımsadım ve bi an son yaşanan olayların etkisi ile Amerika’daki bu İstanbullu Ermeni hanımefendi ile Bülent Ecevit’in yaşadığı sıla hasretini kendi şehrimizde yaşarken derinine kadar hissettim.
İşte İstanbullu Bayan Kasparyan ile Bülent Ecevit’in 1954’teki sohbetinden:
– Ama işte bunun sonunu görüyorsunuz! Şimdi benim kızım kalkıp bana, «Ben Amerika’da doğup, büyüdüm, benim Türkiye ile ne ilişiğim var,» diyor. Fakat ne bilsin zavallı, Türkiye’yi bilmedikten sonra nelerden mahrum kaldığını ne bilsin!
Sonra, oturduğu koltuktan dışarıdaki kansız akşam güneşine bakarak, sesine yurt anmanın verdiği bir içlilikle yeniden söylenmiye başladı:
— Sen buna güneş mi diyorsun, buna gök mü diyorsun? dedi. Sanki senin burada yediğin şeftaliler şeftali, sebzeler sebze mi? dedi. Sen İstanbul’un denizini görsen, İstanbul’da yaşamanın tadını bilsen, bir sabah Kadıköy’den vapura binip Köprüye insen, acaba bir daha buralarda yaşıyabilir misin?
Kızı gülümseyerek annesini dinliyordu. Bana dönüp,
— İşte kendimi bildim bileli annem bana bunları söyler durur ama, tabiî ben ciddiye almıyorum! Güneş her yerde bu güneş, gök her yerde bu göktür, değil mi? dedi.
– Değil! diyecektim ama, hiçbir şey demedim.
Yalnız annesine baktım: İkimizin de gözleri doluydu!
Yazının tamamını şuradan okuyabilirsiniz.
Listeye istanbulicin101neden.tumblr.com‘da da devam edeceğim.

2- Dört mevsim olması!
Bence, bu durup üstüne düşünmediğimiz ama İstanbul’un minnettar olmamız gereken bir özelliği. Bircok Avrupa başkentinden daha avantajlı bir iklimimiz var. Yazin bronzlaşacak kadar güzel bir güneşli hava, kışın kardanadam yapabilecek kadar kar yağışı, sonbahar yağmurları ve ilkbaharda Boğaz’ın erguvanlar başta olmak üzere onlarca renkten oluşan manzarası! Biraz pastoral bir neden ama yağmurlu ve gri Londra veya tüm yıl güneşli Kaliforniya şehirleri ile kıyaslayınca İstanbul’un değeri anlaşılıyor. Bu surekli değişim hali insanı da hayata karşı olumlu yönde motive ediyor.
Blog tasarımınız bir harika, İstanbul gerçekten güzel ancak kaçmak için 1001 neden de ben sıralayabilirim. Hatta eşimle yeni başladığımız blogumuzda buna çokça değiniyoruz, uğramanızı beklerim, selamlar
http://hedefbodrum.blogspot.com.tr/
BeğenBeğen
Cok tesekkurler! Kacmak icin 1001 neden ben de yazabilirim ama tekrardan bu sehre baglanabilmek adina boyle kolektif bir liste yapmaya karar verdim, bakalim ne kadar gidecek 🙂 Ben de sizin blog fikrinizi ve amacinizi cok begendim, umarim gerceklestirebilirsiniz 🙂
BeğenBeğen
Deniz kokusu, adaları ve martıları! 🙂
BeğenBeğen