Cape Town’dan günübirlik: Safari!

Güney Afrika deyince kafanızda neler canlanıyor? Bakir bir doğa ve filler, aslanlar, zebralar mı? Aslında bu tablo Güney Afrika Cumhuriyeti için pek yanlış sayılmaz, ama Cape Town gerçek bir safari destinasyonu değil. Cape Town’un Akdeniz mikroiklimden de kaynaklı olarak şehirde aslanları doğrudan doğal ortamında görebileceğiniz bir safari parkı yok. Ama neyse ki şehrin yalnızca 2-3 saat uzağında Aquila Safari bu açığı karşılıyor!

Cape Town ve safariyi duyan herkes “Cape Town’dayken safari mi yapacaksınız, orada safari olmaz ki” diyordu ve Güney Afrika’da safari için Johannesburg yakınlarındaki Kruger Milli Parkı’na işaret ediliyor ama bizim programımızda Johannesburg’u yalnızca safari için ekleyebilecek bir zaman yoktu açıkçası. Ama hazır bu kadar yol gitmişken safari deneyimini yine de yaşamak istedik ve araştırmalarımız sonucu ikinci en iyi alternatif olarak Aquila Safari ile karşılaştık.

İnternette kısa bir araştırma sonrası içimize sindi ve turumuzu book ettik. Websitelerinde üç farklı tur var: sabah safarisi, öğlen safarisi ve akşamüstü safarisi. Öğlen olan safari için sizi sabah 9 gibi otelinizden alıyorlar. Bunu düşününce sabah olan tur açıkçası çok erken geldi. Akşamüstü safarisi de belki gün batımı ile çok güzel olabilirdi ama bu sefer de sizi 12’de alacak tur ile tüm bir gününüz safari ile geçmiş oluyor. Bu yüzden öğlen safarisini almak en akıllıca karar gibi geldi (ve memnun kaldık).

Aquila, Cape Town’dan arabayla iki-üç saat uzaklıkta. Bizi sabah 9’da otelden aldılar ve yolda kısa bir mola ile beraber toplam 2 saat 45 dakika sonra Klein Karoo isimli bölgede yer alan Aquila Safari’ye (Aquila Private Game Reserve de deniyor) vardık. Bu arada sizi otelinizden alıp, otelinize geri bıraktıkları için ulaşım derdi yok.

Araçtan indiğimiz gibi prosecco ile karşılandık. Aslında sabah 11, prosecco içmeye başlamak için fazla erkendi ama Güney Afrika’da resmen “Save water, drink champagne” mottosunu uyguluyorlar. : )

Saat 12 olduğunda ikinci kadehimizi bitirmiş, kısa bir sıra sonrası check-in’imizi yapmış ve tura hazırdık!

Aquila Safari, uçsuz bucaksız bir genişliğin ortasında çok güzel bir butik otel aslında. Eğer isterseniz burada bir gece konaklayarak iki günlük safari turlarından da faydalanabilirsiniz. Aslında bungalow’ları çiftler için çok romantik olabilir. Tesiste ayrıca büyük bir spa alanı ve bir adet sonsuzluk havuzu (infinity pool) bulunuyor.

Eğer öğleden sonra turu alırsanız, safari turu öncesi isterseniz açık büfede öğlen yemeği yiyebilirsiniz, spa’da gidip masaj yaptırabilir, çimenlik alanda şezlonglarda güneşlenebilir veya sonsuzluk havuzunda ufukta filleri veya devekuşlarını görmeye çalışarak biraz serinleyebilirsiniz.

Bizim gittiğimiz dönemde Güney Afrika’da korkunç bir kuraklık olduğu için ve birkaç tane çok kirli havuz gördüğümüzden açıkçası havuza girmeye artık tenezzül bile etmiyorduk. Aquila’nın havuzu güzel gözüküyordu ama biz zamanımızı daha güzel bir şeyle, yemek ile, geçirdik. : )

Açık büfede herkese göre bir şeyler var. Hem soyalı tavuk gibi daha herkese hitap edebilecek lezzetler, hem de Malezyalı göçmenlerin bu ülkeye kattıkları yemeklerden biri olan körili beef gibi yemekler de vardı (şurada örnek tarif bulabilirsiniz). Yemekten baya memnun kalarak ve özellikle beef curry-coconut rice ikilisi ile mideli şişirerek tura “hazırlandık”…. Aslında mantıken aslanların karşısına çıktıktan sonra karnımızı doyurmamız daha mantıklı değil miydi soru işaretleri içinde safari jeep’lerinin kalkacağı alana doğru yürümeye başladık.

Büyük safari jeeplerine yerleştik ve rehberimiz olarak şoför bize genel bilgiler vermeye başladı: yüksek sesle konuşmak, ani tepkiler vermek, el-kol sallamak veya araçtan çıkarmak, ayağa kalkmak yasak. Bu rutin uyarıları dinlerken insan gerilmiyor değil. : )

Aquila’da big five denen safarilerin muhteşem beşlisini görme imkanı var. Açıkçası “Big Five” tabirini Afrika için araştırma yapmaya başlayana kadar hiç duymamıştım ama safari dünyasındaki fiks jargon bu. Bunun içine neler giriyor derseniz: aslan, gergedan, leopar, fil, bizon (buffalo). Yani bu beşliyi gördüyseniz safari tamamdır gibi bir şey. Peki ne özellikleri var, zebra niye bu listede yok derseniz; bunlar Afrika’daki en büyük ve en tehlikeli beş memeli hayvanmış. Ama açıkçası bizi zebra ve zürafa daha çok heyecanlandırıyor. : )

Turumuz devekuşlarını görerek başlıyor ve çok geçmeden bir gölet içinde serinleyen bir suaygırı (hipopotam) ailesi ile karşılaşıyoruz! Bebek hipopotamlar o kadar şeker ki! Biraz geçtikten sonra sırasıyla çeşit çeşit hayvan görmeye başlıyoruz, mesela wildebeest (gnu) ve kudu isimli antilop ailesinden ilginç hayvanlar veya bizim ceylana benzeyen springbok’lar. Sonra uzaktan bir gergedan ailesi görüyoruz, ama o an yanlarına çok yaklaşamıyoruz. Uzaktan da olsa 6 aylık bebek gergedanı görmek güzeldi. : )

Gergedanları düzgün bir şekilde fotoğraflayamasak da bir süre sonra muhteşem bir fotoğraf anı ortaya çıkıyor: zebralar! Zaten beni en baştan beri heyecanlandıran üç hayvan vardı: zebra, zürafa ve fil. Muhteşem desenleri ile kocaman bir zebra sürüsünün ortasına giriyoruz. Bir anda tüm araba fotoğraf yarışına girmeye başlıyor. : )

Herkes tüm fotoğraflarını çektikten sonra aslanların bulunduğu bölgeye geçiyoruz. Aslında ben hepsi bir arada yaşıyor, aslanlar da böylece doğal bir şekilde avlanıyor gibi düşünceler içindeyim ama meğer aslanlar ayrı bir bölümde tutuluyormuş. Bu turu tutmadan önce internette baya bir araştırma yaptım ve hayvanların kesinlikle uyuşturulmadığını, iyi bakıldıklarını tekrar ve tekrar okudum, bu yüzden kötü muamele yok.

Biz tam gittiğimiz sırada aslanlar yemeklerini bitirmiş ve günlük 15 saat uykularının devamına geçmek üzere kayaların üstünde sindirmek için uzanmaya başlamışlardı. (Kedigillerin günde 15-17 saat uyuduklarını biliyor muydunuz?) Herkes aslanların bol bol fotoğrafını çektikten sonra geri kalan tura devam ediyoruz.

Bundan sonra çok fazla bir fotoğraf imkanı çıkmadı ne yazık ki – birkaç tane daha springbok, kudu gibi hayvan görüp çok uzaktan bir zürafa ile karşılaşıyoruz. Bir ağacın üst dallarındaki yaprakları yemekle haşır neşir olan zürafa ne yazık ki uzağımızda kalıyor. Derken, boşluğun ortasında bir mola alanına geliyoruz. Safari alanının ortasında nedenini anlamadığımız bir bar ve bu boşluğun ortasında iki tane çalışan kadın var. Burada bize tekrardan prosecco ikramı yapılıyor. Safarilerin çoğunda turun sonunda böyle bir mola anı oluyormuş. Yani safari geleneği denebilir. : )

Biraz komik ama bir kadeh soğuk köpüklü şaraba kimsenin itiraz edeceği yok. 🙂 Bu arada en komik nokta ise hem öğle yemeğinde hem de bu mola alanında su ücretli ama prosecco ücretsizdi! Yani gerçekten “save water, drink champagne”.

Burada birkaç kadeh prosecco ikramı sonrası turun sonuna yaklaşırken esas oyuncuları görüyoruz: iki adet Afrika fili. Tüm görkemleriyle uzaktan salınarak geliyorlar ve onların peşine takılıyoruz. Afrika usulü trafik böyle oluyor demek ki. : ) Yanda koşuşan devekuşu sürüsü ve önümüzdeki görkemli filler ile turumuz sonra eriyor ve Cape Town’a doğru dönüş yolculuğumuz başlıyor.

Güney Afrika’ya kadar gelmişken, eğer Cape Town’da bir hafta gibi bir zamanınız varsa bir gününüzü safariye ayırmanızı önerebilirim. Hem Cape Town’dan ülkenin 2-3 saat içerisindeki Klein Karoo isimli kurak bölgeye giderken yollarda muhteşem dağ manzaraları görmüş oluyorsunuz, hem de bugüne kadar televizyonlarda veya hayvanat bahçelerinde görmeye alışık olduğunuz hayvanları nispeten doğal ortamlarında görme fırsatınız oluyor. Cape Town, nasıl Afrika 101 ise bu safari de onun bir parçası. Tanzanya ve Kenya’ya gidip Serengeti ve Masai Mara’daki büyük safari alanlarını görmek üzere iyice heyecanlanarak bu turu bitiriyorum, hepinize tavsiye ederim.

Cape Town ile ilgili diğer yazılar için tık tık:

Cape Town’da Yapılacak 20 Şey
Stellenbosch Şarap Bölgesi
Cheetah Encounter’da çitaları sevmek!